MORAL VE STRESS

MORAL VE STRESS

İnsanın değişik güçlükler karşısında kapasitesini aşan durumlar söz konusu olduğunda “insan da nihayet et ve kemikten yaratılmıştır” denir. Bu ifadeyle insanın sınırlı bir gücü olduğu anlatılmaya çalışılır. Esasen bu ifade yerine “insan, et, kemik gibi maddeler ve his, heyecan gibi madde dışı ruhi bir özelliği olan iki yönlü bir yaratık” demek daha doğru olur.

Kazalar, mikroplar gibi dış fiziki olaylar, birinci kısmı etkilerken; zihni kapasiteyi zorlayıcı ve stres diye adlandırılan hadiseler ise ikinci kısmı ilgilendirir. Maddi çerçeve içinde kalan kısım, yine kendi cinsinden fiziki müdahelelerle düzeltilmeye çalışılır. Et ve kemikten oluşan maddi yapıya esas özelliğini veren, tabir caizse onun hem lokomotifi hem de makinisti ise ruh ve bununla ilgili yönlerdir. Bu tarafın bozukluklarında ise yine kendi esprisi içinde moral diye adlandırılan ve iradeyle güçlüklere çözüm bulma usulleri yer alır. Birbirinden özellik olarak tamamen ayrı gibi görünen bu iki yön, yine kendi aralarında kanaviçe gibi o kadar iç içedir. Birindeki iyilik hali ve denge müsbet yönde öbürünü etkilerken, diğerindeki bozukluk da menfi yönden berikini manyetik sahası içine alabilmektedir. Bir biyoloğun dediği gibi “bugün insan denilen yaratık hakkındaki doğru olduklarına inandığımız bilgilerin çoğu, sadece ruhun hamallığını yapıp maddi vücut hakkındadır. Ruh hakkında ise çok az malumata sahibiz. Esas unutulan ve hatalara düşülen nokta, bu sınırdan itibaren başlamaktadır. Türkçemizde bile “bu işin ruhunu kavramışsın veya kavramamışsın” derken işin esasını, özünü ifade etmek isteriz ki insandaki esas ve öz olan da işte bu ruh’tur.

İnsan bedeninin normal işleyişini ve rahatsızlıklarını inceleyen biyoloji ve tıp, özellikle son senelerde, eskiden olduğu gibi yeniden araştırmalarını bu yöne teksif etmeye başlamışlardır. 1849’da William Osler “Tüberkülozun tedavisi, hastanın göğsünde ne olduğundan ziyade kafasında ne olduğuna bağlıdır” derken bu ikinci kısma önem verilmesi gerektiğini vurgulamaya çalışmaktadır.

Bazı meşbur doktorların, moralin sağlık ve iyileşmedeki kuvvetli rolünü ilk defa tanımlamalarından ancak bir yüzyıl sonra, bilim adamları yeniden stres ve diğer heyecanlı durumları, hastalığın başlangıç ve gidişine nasıl etki edebildiğini çözme gayretlerine girişmişlerdir. Yeni biyokimyasal teknikler, immünoloji ve nörokimyanın çok iyi anlaşılır hale gelmesiyle birlikte ilim adamlarının çalışmaları göstermiştir ki heyecanlar, beyin yoluyla sinir sistemi fonksiyonuna, hormon seviyelerine ve immünolojik cevaplara etki ederek şahsın organik rahatsızlığa yakalanma meylini arttırırlar.

Hayvan ve insanlar üzerindeki incelemeler, değişik şartlara göre heyecan verici hadiselerin hastalık ve beyaz kan hücresi arası mücadeleyi ya bastırıcı ya da körükleyici olabildiklerini, ayrıca adrenal baz hormonlarını ve nörotransmitter olan endorfmlerin salıverilmelerini başlattıkları ve böylece vücutta bir dizi hadiselerin meydana geldiğini göstermiştir. Hızla gelişen bu yeni bilim dalı adına psikonöroimmünoloji adı verilmiş ve modern tıbbın saygısını kazanmaya başlamıştır. Bu alandaki çalışmalar da ciddi destek görmektedir. Neticede heyecanlar ve hissi durumlar, birçok hastalığın sebebi olduğu gibi tedavisi için gerekli elemanlar olarak da kabul edilmektedir.

Moralin eskiden beri şifa verici özelliğinin bilinmesine ve ancak günümüzde önem kazanmasına rağmen, birçok tıp ilim adamları son zamanlara kadar vücut hastalıklarına fiziki olayların sebeb olduğu üzerinde duruyordu, ve psikosomatik hastalıklar denilen astım ve ülser gibi çok az rahatsızlığın his ve heyecanla ilgili olduğu sanılıyordu. Bununla birlikte yeni çalışmalar, nezleden kanser ve kalb hastalığına kadar vücudda meydana gelen hemen hemen her hastalıkta olumlu veya olumsuz yönde kişinin mental durumunun önemini ortaya koymuştur. Bu çalışmalar, psikoterapi ve davranış tetkiklerinin koruyucu ve tedavi edici tıbbın bir parçası olması gerektiğini vurgulamaktadır.

Burada unutulmaması ve daima hatırda tutulması gereken çok aşikar bir husus vardır. Nasıl ki yapılan bir aletin çalışma prensiplerini gösteren bir katalog vardır ve bu aleti icat edip yapan kişi onu en iyi şekilde bildiği için bu kişinin yazdığı katoloğa göre bu aleti kullanma mecburiyeti vardır. Aynen bunun gibi insan da belli bir perspektifte sadece benzetme açısından denilebilir ki en mükemmel bir alettir, yani çalışır, her yapısının belli fonksiyonu vardır, bunlar zamanla bozulabilir vs. İnsanı, çevresini ve aradaki ilişkileri en mükemmel şekilde yapan Yaratıcı da bu işleyen mekanizma için bazı prensipler, kurallar koymuştur. Nasıl yiyeceği, nasıl dinleneceği gibi maddi yönün prensipleri yanında ruhi yönün de prensipleri vazedilmiştir. En basitinden, annesi, babası veya çocuğu gibi sevdiği yakınlarından birini kaybeden bir insan, bu prensiplerden uzak kendi başına bu müthiş olaylara çıkış yolu ve çare bulamamakta ve ciddi stres altında kalarak değişik organik ve psikolojik rahatsızlıklara yakalanabilmektedir. Bir üzüntüden sonra bir gece bütün saçlarının beyazlaşması veya aniden tek tarafının tutmaz hale gelmesi gibi ağır durumlar yanında, bu gibi streslere çare bulamamadan dolayı hadise ve insanlardan devamlı kaçan ürkek, diken üstünde yaşar gibi her an tedirgin insanlar hiç de azımsanmayacak kadar çoğunluktadır. Ama bir kader ve ahiret inancı, bu insana derhal sabır denilen teskin edici şeyi öğretmekte ve bu alemin düzenli bir sistem içinde olduğunu ve ölüm denilen şeyin bu sistem içindeki safhalardan biri olduğunu, sonra başka bir safhada yeniden bir araya gelineceğini düşünerek insanı rahatlatır ve günlük aktivitelerine yeniden normal bir insan olarak döner.

Aşağıdaki durumlarda olduğu gibi bütün olayları bu çerçeve içinde değerlendirmek mümkündür;
— Akciğer kanseri veya kalb hastalığı yönünden risk taşıyan kişiler için, hal ve davranış tedavisi stresli hayat olaylarına cevaplarının azalmasını sağlayarak büyük oranda önleyici olabilir.

— Ahiret ve kader inancı gibi düşünce şekilleriyle kanser hastalarının hastalıklarına karşı daha etkili immünolojik bir savaşla mücadele verilebilir. Kanser araştırıcısı birçok doktor bu metodları halen kullanmaktadırlar.

— Bir kimse, tedavi edici özelliği olmayan bir maddeye bu özellik varmış gibi şartlandırılınca, hastalığı ciddi yan etkileri olan ilaca lüzum kalmadan tedavi edilebilir.

— Kendi dokularına yabancı doku imiş gibi reaksiyon gösteren otoimmun hastalıklı hastalar, kendi yıkıcı immun reaksiyonlarını ortadan kaldırabilecek biçimde eğitilebilirler. Aynı teknikler, bilinmeyen bir maddeye karşı immun sistemin aşırı reaksiyonu olan allerjinin tedavisinde de kullanılabilir.

Kişilerin strese karşı olan reaksiyonları teste tabi tutularak, bioşimik ve immünolojik özellikleri açığa çıkarılır ve kimlerin muhtemel belirli hastalıklara yakalanabileceği önceden kestirilebilir. Mesela, Nabaska üniversitesi doktorları, nörotransmitter grubundan katekolaminlerle başlatılan stres hadisesine kardiyovasküler (kalb-dolaşım sistemi) cevapları inceleyerek kalb atağı veya ani ölüme karşı yüksek risk taşıyan kişileri tesbit edebilmişlerdir. Bugün artık, immun sistem fonksiyonlarının beyinden ayrı olarak çalıştığı şeklindeki eski görüş terk edilmiştir.

Beyin (moral, düşünce, idrak) ve vücut birbirinden ayrılamaz içiçe iki sistem oluşturur. Eskiden merkezi olarak ayarlanmaz diye düşünülen fizyolojik hadiselerin hepsinde bugün beynin büyük rol oynadığı anlaşılmıştır. Yeni çalışmalar, yine stresin eskiden sıhhati nasıl etkilediğini ölçmek için kullanılan gerekli bir hayat olayı şeklindeki tarifini çok muğlak kabul etmektedir. Bir kişiye sıkıntı veren bir durum bir başkasına hoş gelebilmektedir. Bunlara ilaveten araştırmalar, hastalığa doğru meyle etki eden hayat olaylarına karşı kişilerin nasıl cevap verdiklerini açığa çıkarmıştır. Stresin çaresini bulmadaki güçlüğün, kişinin hastalığı yenme kabiliyetini bozduğu, halbuki halen hastalığa karşı koruyucu olarak kabul edilen ve büyük hayat olaylarına, streslere uygun cevap bulunduğunda oluşan psikolojik dayanıklılık, araştırmaların neticeleri arasındadır.

Mesela, ileri derecede sigara içen kişiler üzerinde 5 yıl süreyle yapılan bir araştırmada, akciğer kanseri gelişen kişilerin evlilik, boşanma, aile hastalığı, oyunda kaybetme gibi heyecanlı hayat olayları geçirdiklerini, buna rağmen aynı miktar sigara içen benzer diğer bir grup heyecansız tiryakilerde kanser görülmemiştir. Kanser hastaları bu olayları daha ağır olarak algılarlar ve bu şanssızlıklardan kendilerini sorumlu tutarlar. Yapılan araştırmalar yine göstermiştir ki stresin kendilerini şiddetli bir şekilde etkilediği kanserli hastalarda, kanser gelişmeden önce bile immünolojik cevapların belirgin bir şekilde düştüğü gözetlenmiştir. Benzer emosyonel (heyecanla ilgili) hadiselerin, kan şekerleri sık sık kontrol dışına çıkan diabetli hastalarda da etkilidik. ABD de Boston da Dr.S.Locke’nin sıhhatli üniversite öğrencileri üzerinde yaptığı bir araştırmada, stresli hayat olaylarına ileri derecede hassas olan kişilerde, tabii hücre öldürücü seviyesi sadece 1/3 iken, aynı hayat olaylarına daha az psikolojik reaksiyon gösterenlerde normaldi. Tabii hücre öldürücüleri, beyaz kan hücresinin (lökosit) bir çeşidi olup daha önceden karşılaşmadı halde yabancı hücreleri derhal tanırlar.

Diğer bir grup araştırıcı immun fonksiyonlar üzerindeki mahrumiyet etkilerini incelediler. Karısı göğüs kanserinden ölen hastalarda, ölümden sonraki iki ay içinde beyaz kan hücreleri fonksiyonunda belirgin bir düşme hatta yok olma gözlenmiştir. Bu kişiler belli inançlarla kendilerini buna alıştırsalardı bu düşüşler olmayacaktı.
Araştırıcılar, strese maruz bırakılmış farelerde immun cevapları zayıflatan bir adrenal gland hormonu olan kortikosteron seviyesinin anormal bir şekilde yükseldiğini göstermişlerdir Yine strese maruz bırakılmış bu hayvanlarda beyaz kan hücrelerinde düşme ve önemli immünolojik bir organ olan timus bezinden doku kaybı tesbit edilmiştir. Strese maruz kalan hayvanlarda, kansere sebeb olan virüs enjeksiyonuyla oluşturulan kanserler de hızla büyür ve erkenden hayvanın ölümüne sebeb olur. Bunun tersine, özel yerlerde çevre streslerinden uzak tutulan hayvanlarda spontan akciğer tümörleri, normal ev hayvanlarından daha az gelişir. Hayvanlar, tümör virüsü enjeksiyonundan önce strese maruz bırakılırlarsa tümör büyümesi engellenir; stres virüs enjeksiyonundan sonra olursa kanser süratle büyür. Stres uzadığında, tümör küçük kalır ve hayvanlar herhangi bir strese maruz kalmayan hayvanlardan önce ölmezler. Dr.Darrel hayvanları stresin zararlı etkilerine karşı koruma imkanlarını araştırmaktadır. Bir tabii steroid hormon olan ve adrenal glanddan salgılanan DHBA (Dihidroepiaıidrosteron) bir ümit olarak görülmektedir. Eğer böyle koruyucu toksik olmayan maddeler bulunursa ameliyat öncesi ve kanser tedavisi sırasında olduğu gibi stresli zamanlarda kişilere verilebilir. Bu durum, immun cevapta beynin ilgisi ve ilaç vererek oto immun hastalıkları kontrol eden muhtemel nontoksik bir yol bulunabileceğini düşündürmektedir. Yapılan bir çalışmada insan sistemik lupus eritamotozusunu (SLE)taklit eden bir fare otoimmun hastalığında immünosupressan ilaçla birlikte etkisiz bir madde olan sakkarin de verilmiştir. Daha sonra bu hayvanların immun sistemleri sadece sakkarin verilerek suprese edilmiştir ve sakkarine şartlandırılmış hayvanlarda bu hastalık daha az aktif geçmiş ve ölüm hızları daha da azalmıştır. Bu da bize minumum toksik ilaçlar kullanılarak immun sisteme etki edilebileceğini göstermektedir.. Dr.Marvin ve arkadaşları, beyin ve immun cevaplar arasındaki direkt ilişkiyi göstermişler ve kobaylarda beyinde. temel düzenleyici olan hiptalamusu harap ederek immunolojik reaktiviteyi ortadan kaldırabilmişlerdir. Bu hayvanlar allerjik ataklara karşı da çok daha az cevap vermişlerdir.

Demek ki insan denilen kompleks ve bir o kadar da mükemmel olan varlık sadece maddi planda ele alınmaycak, bu yön de terkedilmeden ruhi yönüyle birlikte değerlendirilecektir. Yani, her hadise ille de mikroskop altına getirilecek veya teleskopla görülecek dar düşüncesinden ayrı, buutta hadiselerin de olabileceğini düşünüp kavrayan geleceğin genç ve zinde dimağlarına bu karanlık noktaları aydınlatırlar ümidindeyiz.

Dr. Şerafettin ALAN

1 Cevap
  1. 26 Aralık 2012

Yorumunuzu Yazınız

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir