DÜNYADA VE AMERİKA’DA BARIŞ HAREKETLERİ

    AMERİKA’DA VE DÜNYADA BARIŞ HAREKETLERİ

 

BÖLÜM – I **Ibrahim ELİBAL**
 
 Barış hareketleri, her türlü savaşa, askeri müdehaleye ve silahlanmaya karşı olan birey ve grupların savaşı ortadan kaldırmak ve ülkeler arasındaki anlaşmazlıkları çözerek barışı sağlamak amacıyla meydana getirdikleri ortak girişimlerdir. Barış hareketlerinin amacı insanlara nükleer savaşın ve askeri müdehalelerin tehlikelerini göstermekten çok, karşılıklı anlayış ve çok uluslu işbirliğiyle barış kurumları oluşturup savaşı ve savaş silahlarını ortadan kaldırmaktır. Her türlü savaşa karşı olan barış hareketleri, herhangi bir savaşta taraf tutmaktan çok uluslararası kurumlar aracılığıyla sorunların çözülmesini amaçlar.
 Dünyadaki sorunları ve siyasi ve sosyal adaletsizlikleri ortadan kaldırmaya çalışan barış hareketleri, toplumsal değişimleri birer parçası olmuştur. Bu nedenle tarih boyunca çok sayıda barış eylemcisi, bireylerin düşüncelerini değiştirmek ve toplumsal kurumları yenilemek amacıyla bir araya gelerek barış hareketlerini oluştururlar.

 Barış hareketlerine katılanlar temelde toplumsal düzeltim, ırksal eşitlik mücadelesi, meslek örgütlerinin hakları ve kadın haklarıyla da ilgili olup sömürüye ve adaletsizliğe karşıdır.
 Barış hareketleriyle çevreci hareket ortak bir felsefeye sahiptir. Barış eylemcilerine göre insan hayatı kadar hayvan hayatı da kutsaldır. Avrupa’nın yeni yeni benimsemeye başladığı bu görüş eski bir doğu felsefesinden kaynaklanmaktadır. Gandi; “Bana göre bir kuzunun hayatı bir insanın hayatından daha değersiz değildir. İnanıyorum ki bir yaratık ne kadar küçük ve ne kadar yardıma muhtaçsa insanların acımasızlığına karşı o kadar korumaya muhtaçtır” der (Sethi 92-93).
 Barış hareketlerinde belli başlı iki düşünce akımı vardır: Barışseverlik ve uluslararasıcılık. Barışseverlik savaşa ve her türlü şiddete karşı olmak anlamına gelir. Siyasi inançları ve değer yargıları yüzünden barışseverler, haklı savaşa dahi katılmak istemeyerek kendilerini barışa, özgürlüğe ve dünyayı savaş ruhu ‘ndan kurtarmaya adarlar. Dünyadaki sorunların barışçı yollarla çözümlenebileceğine inanırlar. Bu nedenle barışseverlerin başlıca düşmanı militarizm ve askeri anlayış olmuştur. Tarih boyunca ahlak, ilahi güç ya da ekonomik ve toplumsal işe yararlık fikirlerini temel alan barışseverlik felsefesi, ancak yirminci yüzyılda popülerlik kazanır. “Barışseverlik” terimi ise ilk kez 1890’larda Emile Arnaud tarafından kullanılmış olup, savaş  savaş karşıtı girişimlere katılanlar bu tarihten sonra kendilerine “barışsever” demeye başlar.
 Uluslararasıcılık ise ülkeleri bir bütün olarak görerek uluslararası alanda işbirliğini savunmaktır. Uluslararasıcılara göre barış ancak ülke ve ulusların gönüllü işbirliği ile sağlanabilir. Savaşın ancak ulusal güvenlik uğruna kabul edilebileceğine inanan uluslararasıcılar haklı savaşa destek verirler.
 Örgütlü barış hareketleri on dokuzuncu yüzyıla kadar görülmemekle, birlikte savaşı engellemeye ilişkin modern arayışlar Orta Çağ’ın sonunda başlar. On dördüncü yüzyılda Dante, savaşı ortadan kaldırmak için bir dünya imparatorluğu kurulmasını önerir. On beşinci yüzyılda Bohemya Kralı Podebradlı George, uluslararası bir parlementonun kurulması gereğinden bahseder. On altıncı yüzyılda Fransa Kralı IV. Henry benzer bir öneride bulunur. On yedinci yüzyılda barış üzerine yazdığı makalelerle Quaker William Penn’in ve on sekizinci yüzyılda Fransız yazar Charles Irenee Castel’in, “kalıcı barış”ı sağlamak için önerileriyle zamanın okuyucularını etkilediği görülür.  AMERİKA’DA BARIŞ HAREKETLERİ

Amerika’da büyük bir barış hareketi geleneği vardır. Hıristiyanlıkla yakın ilişkiler içinde olan barış hareketleri on yedinci yüzyılda dini tarikatların faaliyetleriyle başlar. On dokuzuncu yüzyılda örgütlü bir yapıya büründükten sonra, yirminci yüzyılda özellikle Vietnam Savaşı sırasında zirveye çıkar.
 Amerika’da barış hareketleri toplumsal alanlardaki değişimlerin bir parçası olmuştur. Barış eylemcileri kendi eylemleriyle feminizm, Medeni Haklar, sosyalizm ve çevre güvenliği gibi daha büyük bir çaplı toplumsal ve siyasi sorunları birleştirirler. Merle Curti barış hareketlerinin toplumsal gelişmelerle olan ilişkisini şu şekilde tanımlar:

Amerika’daki barış hareketleri… egemen toplum yaşantısı ve geleneklerden her yönden etkilenmiştir. Barış hareketleri öncülerin fetihleri, göçmenlerin gelişi, sanayiciler, çiftçiler ve işçiler arasındaki iç çatışmalar, teknoloji ve kent toplumunun gelişmesi gibi süreçlerden etkilenmiştir (Akt. Howlett 20).

 On yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda Batılı barış hareketleri Hıristiyanlıkla yakın ilişki içindedir. Geleneksel Hıristiyan tarikatlarının üyeleri şiddete başvurmamanın önemine inanmaktadırlar. Mennonites, Brethren, Amish, Dunkan gibi tarikatlar barışsever tarikatlar arasında sayılabilir. Öte yandan Amerika’daki barış hareketlerinde Quaker tarikatının önemli bir yeri vardır. Quakarlar şiddete başvurmadan tarafsız kalma tutumunu benimsemektedirler. Quakerlar, dini ve vicdani nedenlerle askeri eğitime ve savaş vergisine karşıdırlar. Bu nedenle Amerikan Hükümeti Quakerlara “Vicdani Redçilik”* anayasal hakkını verir. Böylece Vicdani Redçi statüsünü kazanan Quakerlar askerlik hizmetinden muaf tutulurlar.
 Amerika tarihindeki ilk barış lideri Quaker tarikatı üyelerinden William Penn’dir. Penn, toplumsal mutlak barışın örgütlü ve kurumsallaşmış olması ilkesi doğrultusundan “Kutsal Deneyim” adındaki Hıristiyan topluluğunu kurar. Bu topluluk fiziksel baskının olmadığı gönüllü bir toplumsal anlaşma sistemiyle işleyen örnek bir dünya yaratma ideali taşır.
 Quakerlar fakirlere yardım edilmesini, Kızılderili haklarının gözetilmesini ve köleliğin kaldırılmasını savunurlar.Bu nedenle 1759 yılında Kızılderililer’le yapılan savaş için toplanan vergileri ödemek istemezler. Ayrıca 1775 Kızılderili-Fransız Savaşı sırasında Kızılderililer’e maddi yönden yardımda bulunurlar. Quaker John Woolman’ın “Some Considerations on Keeping of Negroes” (Siyahları Köleleştirmekle İlgili Bazı Düşünceler) başlıklı yazısı, Quakerlar’ın köleliğin kaldırılmasını da savunduklarının somut bir kanıtıdır.
 Amerikan Devrimi’nin ardından barış hareketlerinin merkezi “tarihi barış kiliseleri” olur. Ancak yeni kurulan ülke kimlik arayışı içindeyken Quakerlar’ın barış hareketi içindeki etkinlikleri eski gücünü yitirmeye başlar.
 On dokuzuncu yüzyılda toplumsal bir güç olarak kendi karakterini kazanmaya başlayan barış hareketleri, daha örgütlü bir yapıya bürünür. Amerika topraklarındaki ilk örgütlü barış hareketi 1812 Savaşı’na karşı başlatılır. Bu hareket, temelde tarikatlara üye olmayanların savaşa karşı verdiği mücadelelerden biridir.
 Hareket, tarihinde ilk kez önemli bir büyüme dönemine girer ve yeni barış örgütleri kurulmaya başlar. 1814’de Worcester, Massachusetts Barış Derneği’ni (Massachusetts Peace Society) kurar. Bu dernek bireysel yardımlaşma temelleri üzerine kurulur. Tarikat dışı barış hareketleri, David Low Dodge’un 1815’de New York Barış Derneği’ni (New York Peace Society) kurmasıyla ivme kazanır. Worcester gibi Dodge’da “savaş[ın] iyi bir düzeni yıkan, insanın özgürlüklerini yok eden ve insanlığın küresel zaferini engelleyen bir tür barbarlık” olduğuna inanır (Howlett 25). Hıristiyanlık eğilimli ve eğitim amacı güden bu ilk barış dernekleri kendi yayın organlarını kurup, savaşın uluslararası anlaşmazlıkları çözmede etkisiz bir yöntem olduğunu savunan el ilanları bastırırlar.
 William Ladd 1828’de Amerika tarihindeki ilk ulusal laik barış örgütü olan Amerika Barış Derneği’ni (American Peace Society-APS) kurar. Merkezi ve daha düzenli bir örgüt yapısına sahip olan bu dernek farklı bölgelerde otuz altı şube açar. APS, gönüllü bir örgüt gibi çalışmakta olup ülke düzeyinde savaşa karşı olan herkese kapılarını açar.
 Barış yanlıları 1930’lu yıllarda kölelik karşıtı mücadele ile de ilgilenirler. William Lloyd Garrison liderliğinde bir grup barışsever, APS’den ayrılarak kölelik karşıtı derneklerin en ünlüsü olan New England Non-Resistance Society ‘yi kurar. Bu dernek, Amerika’da kölelik karşıtı harekete liderlik eder. 1861’de İç Savaş başladığında APS ve aralarında Garrison’un da bulunduğu pek çok barışsever, köleliğe karşı bir savaşın köleliğin sürmesine tercih edileceğini ileri sürerek Birlik’in Güney’e karşı savaşını destekler (Peace 24). Ancak, İç Savaş’ın yurtseverlik duygularını körüklemesi barış hareketlerine duyulan ilgiyi azaltır. Bu nedenle, bu dönemde tam anlamıyla örgütlü bir barış hareketi görmek mümkün değildir.
 1865’de İç Savaş’ın Kuzey’in zaferiyle sona ermesiyle savaşsız bir dünya ideali yeniden güç kazanır. İlgi alanını ulusal sorunlardan dünya siyasitine çeviren barış hareketlerine tam bir profesyonellik havasının hakim olduğu görülür. On dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde 130 yeni sivil toplum örgütü kurulur ve “Uluslararası Özgürlük” terimi ortaya çıkar. DeBenedetti on dokuzuncu yüzyıl barış hareketlerini şu şekilde tanımlar: “[On dokuzuncu yüzyılda] barış hareketleri coğrafi olarak geniş bir işbirliği tabanı ve örgütsel olarak süreklilik kazanırken siyasi olarak da özel bir Anglo-Amerikan ilişkisine yönelmeye başlamıştır.” (67).
 İç Savaş sonrası barış hareketlerindeki en önemli gelişmelerden biri de barış hareketlerine katılan kadınların sayısındaki artıştır. Savaş düşüncesi ve savaş sisteminin ahlaki yönden olumsuzluklarına dikkat çeken Jane Addams, büyük bir toplumsal gücün parçaları olan barışı ve kadın hareketlerini bir araya getirir.
 Mohonk Gölü Konferansları’na katılan kadın örgütlerinin liderleri, konuşmalarında kadın barış eylemcilerinin fikir birliğine vardıkları üç temel kavram üzerinde dururlar: kadınlar yaşamı korumanın anlamını çok iyi bilmektedirler; öğretmenler olarak kadınlar kendilerini yaşamın kalitesini yükseltmeye adamışlardır; örgüt üyeleri olarak kadınlar, köklü bir barış hareketi oluşturmak zorundadırlar. Bu nedenle 1914’de Birinci Dünya Savaşı başlayınca örgütlenme becerilerini ortaya koyup yaşamın korunması ve kalitesinin yükseltilmesi gerektiğini vurgulayarak barış hareketleri içindeki yerlerini alırlar.
 Yirminci yüzyılda barış hareketleri, tüm ilgisini kitlelerin eğitimine, “geri kalmış” halkları Hıristiyanlaştırmaya ve uluslararası anlaşmazlıkları bilimsel olarak inceleyen örgütlere bağışta bulunmaya yoğunlaştırır. 1901-1914 yılları arasında 45 yeni barış örgütü faaliyete geçer. Bu durum, barış mücadelesinde önemli bir başarıdır. Howlett’e göre barış hareketlerine katılan liderler, tamamen barışsever olmamakla birliklte “sağduyulu” insanlardır. Barış liderleri her şeyin elit kesimin elinde olduğu bir yaklaşım sergilerler. Bu nedenle yüksek mevkideki ve hükümet çevrelerindeki kişilerle yakın ilişkiler kurup, sosyalist ve işçi kesiminden kişilerden uzaklaşmışlardır (33-34). Ancak bu dönemdeki barış hareketleri barış liderleriyle kitleler arasındaki boşluğu genişletmek pahasına büyük bir saygınlık kazanır.
 Öte yandan 1900-1915 yılları arasında savaş karşıtı öğrenci hareketleri de şekillenmeye başlar. Bu dönemde aralarında ilk başkanlığını Yazar Jack London’ın yaptığı Sosyalist Üniversite Öğrencileri Derneği (Intercollegiate Socialist Society) ve Sosyalist Gençler Derneği’nin (Young People’s Socialist League) de olduğu pek çok savaş karşıtı öğrenci derneği kurulur. Bu dernekler, barış ve uluslararasıcılık ideallerini yükseltmeyi amaçlamaktadır.
 Amerika’nın Nisan 1917’de Birinci Dünya Savaşı’na girmesiyle barış hareketleri arasında ciddi farklılıklar ortaya çıkar. APS liderlerinin de belirttiği gibi ABD’nin savaşa girmesini destekleyen uluslararasıcılar, “demokratik ve yenilikçi bir savaş sonrası düzenin savaşın yıkıntıları arasında doğacağına” inanırlar. Savaşı, uğruna mücadele verdikleri uluslararası düzen ve kanun yerine koymaktadırlar. Öte yandan barışseverler bildikleri tek düşman olan savaşla mücadele etmekten vazgeçerler.
 Birinci Dünya Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı arasındaki dönemde barış hareketleri, ülke çapında iki kez koalisyon oluşturma girişiminde bulunur. Ancak bu girişimler, uluslararasıcılar ve barışseverler arasındaki görüş ayrılıkları nedeniyle başarısızlıkla sonuçlarınır. Çünkü, uluslararasıcılar ABD’nin ortak güvenlik antlaşmasına katılmasını ve müttefik ülkelere silah temin etmesini savunurken barışseverler anlaşmazlık ve savaş durumlarında ABD’nin yansızlığını koruması gerektiğini ve diğer ülkelere silah ambargosu koyması gerektiğini savunarak uluslararasıcılara karşı çıkarlar. İki taraf arasındaki bu görüş ayrılığı, Amerika’daki barış hareketlerin de bölünmeye yol açar.
 Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki barış hareketlerindeki en dikkat çekici gelişmelerden biri de feminist barış hareketlerindeki önemli artıştır. Bu dönemde feminizme ve anti-militarizme ön ayak olan Uluslararası Kadın Barış ve Özgürlük Derneği (Women’s International Liberation Peace Federation-WILPF) Amerika Şubesi, Kadınların Barış Topluluğu (Women’s Iternational League for Peace and Freedom)  ve Savaşa Direnenler Derneği (War Resister’s League) gibi kadın dernekleri kurulur.
 1920’lerde barış hareketleri,  Amerikan Hükümetinin orduda ve donanmada silahlanmayı sınırlandırması konularıyla ilgilenir. Barış hareketlerinin başarılı girişimleri sonucu donanmada sabit oranlar ve tonajlar belirlenir. Bu dönemdeki barış hareketlerinin en önemli başarısı 1925’de Cenova’da imzalanan bir protokolle savaşlarda zehirli gazların ve bakteriyolojik silahların kullanımının yasaklanmasıdır.
 1930’lu yıllarda dünya çapındaki ekonomik bunalım, Uzak Doğu’da Japonlar’ın askeri yayılımı ve Batı Avrupa’da faşist kuvvetlerin yükselişe geçmesi, barış hareketlerini yeni bir savaşı önlemek amacıyla harekete geçirir. Barış hareketlerinin girişimleriyle Müttefik Hükümetler, İkinci Dünya Savaşı bitmeden önce uluslararası düzeni ve barışı sağlamak için Birleşmiş Milletler Örgütü’nü kurarlar.
 Janponlar’ın 1941 Aralık’ında Pearl Harbour’a saldırmalarıyla, tıpkı İç Savaş döneminde olduğu gibi halk, barış inisiyatiflerine destek vermekten vaz geçer. Uluslararasıcılar, Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi İkinci Dünya Savaşı’nda da ABD’nin savaş girişimlerini desteklerler. Milliyetçilik duygularının ağır basmasıyla ve faşizmin yayılımın önüne geçilmesi gerektiğini ileri sürerek barışseverler de savaş girişimlerini desteklerler. Bu dönemde koyu barışseverler ise Vicdani Redciler’e yardım eder. Bu nedenle barış hareketleri askere alınmalara karşı çıkan bir hareket olarak görülür.
 İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra nükleer silahları kontrol altına almaya çalışan Atom bilimcilerinin ve Birleşmiş Milletler Örgütü’nün oluşumunu destekleyen uluslararsıcıların etkinlikleri göze çarpar. Ancak, Amerika’nın ulusal çıkarları ve askeri politik durumu soz konusu olunca uluslararsıcılar, S.S.C.B.’nin yalnızca mevcut durumu değil, Birleşmiş Milletler’in güvenlik düzenlemelerinin işleyişini de tehdit ettiğine inanarak soğuk savaşı desteklerler.
Bu dönemde barış hareketleri pek çok doğrudan eyleme yer verir. 1948’de ortaya çıkan Barışyanlıları halkı askere alınmaya, soğuk savaş için vergi ve para vermemek üzere harekete geçirir. İkinci Dünya Savaşı sonrası barış hareketlerindeki en önemli gelişme sivil itaatsizlikle ilgili olan, şiddet kullanılmayan doğrudan eylemdir.
Barış hareketlerinde kullanılan taktiklerinin zamana ve yere göre değişiklik gösterdiği görülür. Quakerlar’ın pasif direnişinden, yirminci yüzyılın ortalarında meydana çıkan şiddet kullanılmayan yasal direnişe ve İkinci Dünya Savaşı sonrası sivil itaatsizliğe kadar değişiklik gösteren yöntemler bu değişimin somut örnekleridir. Doğrudan politik eylemin ortaya çıkşı barışseverliğin daha da radikalleşmesine neden olur. Öte yandan Gandi’nin Hindistan’daki eylemlerini örnek alan Amerikalı pek çok barışsever, toplumsal çatışmalara ve insan adaletsizliğine karşı çıkmanın en iyi yolu olduğunu düşündükleri siyasi sivil itaatsizlik eylemlerini desteklerler.
1920’lerde ve 1930’larda olduğu gibi bu dönemde de barışseverler ve uluslararasıcılar dış politikayı değiştirmek için ve nükleer silahların geliştirilmesine karşı bir koalisyon oluşturma girişimlerinde bulunurlar. Ancak komünizmin dünyayı ele geçireceği korkusuyla güç kazanan sağ kanat milliyetçiliği ve McCarthycilik barış hareketlerini oldukça etkiler. Böylesine bir ortamda barış hareketleri yirminci yüzyıldaki en zayıf günlerini yaşamaktadır.
Ancak barış hareketlerinin dağılmasını kabul etmeyen barışseverler, 1950’li yıllarda nükleer silahlara karşı kampanyalar başlatırlar ve hava saldırılarına karşı sivil itaatsizlik eylemlerini sürdürürler. 1950’li yıllar sona ererken yeniden güçlenmeye başlayan barış hareketleri çerçevesinde barışseverler, nükleer deneme alanına yapılan ilk nükleer silahlanma karşıtı eylemi gerçekleştirirler. Hiroşimma’ya atom bombası atılmasının on ikinci yıl dönümü olan 6 Ağustos 1957’de Nevada’daki atom bombası deneme alanına girmeye çalışırlar. Nükleer barışseverler, nükleer radyasyonun insan sağlığına ve çevreye saçtığı tehlikelere dikkat çeken bir “Nükleer Denemeleri Durdurma Kampanyası” düzenlerler. Kampanya 1963’de yer üstü denemelerini yasaklayan Kısmı Deneme Yasağı Antlaşması’nın imzalanmasıyla başarıya ulaşır, ancak yer altı denemeleri devam eder.
1960’lı yıllar barış hareketlerinde şaşılacak bir gelişmeye tanıklık etmiştir. Barış hareketleri, yalnızca büyük bir halk desteği görmekle kalmayıp kamuoyunu Vietnam Savaşı’na karşı harekete geçirerek de dikkate değer bir etkinlik sergilemiştir.

Bu yazımızın diğer bölümlerini de okumayı unutmayınız.

2 Yorum
  1. 03 Ekim 2008
  2. 16 Mart 2018

Yorumunuzu Yazınız

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir