ATATÜRK VE BİLİM

ATATÜRK ve BİLİM

Kuşkusuz Atatürk ne belirli bir sistem kurmuş bir filozof, ne de alışılmış anlamda bir bilim
adamıdır. Ama bilime tutkuludur.

GENEL

“Savaş yıllarında savaş devam ederken eğitimcileri cepheden çağırıp ‘Siz savaşı bırakın, eğitim işine bakın’ demiştir. Savaş sırasında O’nun böyle bir karar vermesi çok önemlidir. Atatürk burada ‘Savaş zaten kazanılır, önemli olan eğitim savaşını kazanmaktır’ demek istemiştir. O’na göre en önemli vazife eğitim – öğretim işleridir. Atatürk, ‘Benim asıl kişiliğim öğretmenliktir. Ben milletimin öğretmeniyim’ demiştir. Atatürk ayrıca kız öğrencilerin de eğitimine çok büyük önem vermiş kız enstitüleri açmıştır”

“Türk Dili Türk Milleti için kutsal bir hazinedir. Atatürk dilin yaşamsal ve toplumsal biçimini çok iyi kavramış ve milleti için çok önemli olduğunu her fırsatta dile getirmiştir. Topluma ait olan dilin içerisindeki her şey o toplumu anlatır. Atatürk her zaman milli his ile dil arasında sıkı bir ilişki olduğunu savunmuş, Türk Dili’nin dünya dilleri arasında en zengin dil olduğunu söylemiştir. Atatürk, ‘Türk demek dil demektir. Türk Milletindenim diyen her insan her şeyden önce Türkçe konuşmalıdır’ düşüncesini savunmuştur”

“Atatürk’ün bilime dair görüşlerini ve icraatlarını anlatmak mümkün değildir. Atatürk milletlerin özgürce yaşayabilmesi için bilime ayrı bir önem verilmesi gerektiğini desteklemiştir. O her zaman bilimin ve fennin öncülüğünde hareket etmiş ve insan yaşamındaki önemini vurgulamıştır. Dünyada maddiyat ve maneviyat için en hakiki mürşidin ilim ve fen olduğunu her zaman söylemiş ve gelişmelerden haberdar olmak için bilimi takip etmenin şart olduğunu koşmuştur. Türk sanatı, Türk ekonomisi, Türk şiiri ile edebiyatının okul aracılığıyla olağanüstü incelikleri ve güzellikleriyle oluşup gelişeceğini her fırsatta ifade etmiştir”

Genellikle “büyük devlet adamı, büyük asker, eşsiz kahraman” gibi yerinde tanımlamalarla
anlattığımız ATATÜRK’ün bütün bunlara kaynak ve dayanak oluşturan düşünce adamı yönüne
pek dokunulmaz. Eylem adamı denilir. Fakat bu eylemlerin ne gibi düşünsel hazırlıklarla
gerçekleştirildiğine yeterince önem verilmez.
Atatürk’ü sizlere bilimsel düşüncesi ve araştırmacı kafa yapısı ile öncelikle bir düşünür olarak
tanıtmak istiyorum. Atatürk’ün en büyük özelliklerinden biri de bilimsel, akılcı ve gerçekçi bir
düşünceyi Türk toplumunun bütün alanlarına egemen kılmak çabasıdır. Atatürk insan aklına çok
değer verirdi. Atatürk’ün kendi ifadesine göre ” Akıl ve mantığın halledemeyeceği mesele
yoktur”. Bu ifade Atatürk’ün tüm yaşamı boyunca temel hayat felsefesi olmuştur. Akılcılığı
sonucu batı felsefesini araştırıp incelemiştir. (Mumcu, (1986)). Akılcılığın zorunlu sonucu
bilimselliktir. Bilimler, akıl yolu ile yapılan zihinsel çalışmalardan çıkar. Akıl ve bilim her türlü
gelişmenin kaynağıdır.

Medreseye laboratuar, Batı dilleri, Kız öğrenci, bayan öğretmen girememiştir. Türkiye’nin çağdaş
bir devlet haline gelmesini önleyen engelleri tam bir cesaretle yıkıp atabilen akıl ve bilim çağına
geçmenin tek kurtuluş yolu olduğunu tam bir berraklıkla görüp bu gerçeği tam bir açıklıkla
gözler önüne seren lider Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Gerçekten Osmanlı toplumunda bir başka dünya görüşü ve devlet anlayışına yönelme o günlerde
“Kopemikvari” bir kavram ve yaşam değişmesidir. (Önen, 1994). Bu kimi zaman sanıldığı gibi
rastlantılar veya günün koşulları içinde yalnızca Anadolu’daki direniş ve mücadelenin başına
geçmiş yüksek rütbeli bir komutanın yapabileceği işler, düşüneceği hedef ve devrimler olamaz.
Atatürk sadece askeri başarılarının sonuçlarını gözlemekle ve onları değerlendirmekle
yetinmemiştir. O’nu, zaferden sonra askerlik yönünden yetenekli ve yurtsever arkadaşlarından
ayıran özellik düşünce adamı olarak üzerinde durduğu ve kendisini yıllardan beri hazırladığı
politik, sosyal ve bilimsel ideallerdir. İşte burada Atatürk karşımıza bir düşünür olarak ortaya
çıkar. Düşünürlük ise incelemeci, gözlemci ve araştırmacı bir kafa yapısına sahip bulunmayı
gerekli kılar. Sosyal yapıyı kavrayabilme; inceleme, gözlem ve çözümleme gücü çok gelişmiş bir
düşünce adamının işidir. Bütün bunlar Atatürk’te rasyonalist (usçu), pozitivist (olgucu) ve
aydınlanma felsefesi ile şekillenmiş, bilimsel düşünceye inanmış bir kafa yapısının ve düşünme
sisteminin kaçınılmaz dayanaklar olarak bulunmasını gerektirir.

“Hanımlar,
beyler, memleketimizin en bayındır, en hoş, en güzel yerlerini üç buçuk sene kirli
ayaklarıyla çiğneyen düşmana karşı kazanılan zaferin sırrı nerededir, bilir misiniz?
Orduların sevk ve yönetiminde bilim ve fen kurallarını kılavuz almamızdandır.
Milletimizin siyasi ve toplumsal yaşamında, düşünce eğitiminde de kılavuzumuz bilim ve
fen olacaktır.”
M. Kemal ATATÜRK

“Dünya da
her şey için, uygarlık için, yaşam için, başarı için, en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir.
(HAYATTA EN HAKİKİ MÜRŞİT İLİMDİR; FENDİR)
İlim ve fennin dışında kılavuz aramak aymazlıktır, bilgisizliktir, sapkınlıktır (dalalettir).
Yalnız bilimin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki evrelerinin gelişimini algılamak ve
ilerlemelerini zamanla izlemek zorunludur …. “.
M. Kemal ATATÜRK

“Ordunun ve devletin doğru yönetilmesi ile ilgili emirler verebilirim. Ama
bilim ve özellikle sosyal bilimler dalındaki işlerde ben emir veremem, bilim adamları beni
aydınlatsınlar.”
M. Kemal ATATÜRK

TÜRK DİLİ VE TÜRK TARİHİNE VERDİĞİ ÖNEM

Atatürk kendi deyimi ile “Dil ve tarihte ilmin verilerine uymak” gerektiğini 1924 te işaret
etmiştir. Türk Tarih Kurumu: Türk tarihi araştırmaları için; Türk Dil Kurumu: Türk dili
araştırmaları için kurulduğu gibi bu amaçla, geniş kapsamlı ve akademik bir kurum olarak “Dil
Tarih Coğrafya Fakültesi”ni Ankara’da kurduran Atatürk’tür.
Bilimsel etkinlik konusu olarak Atatürk üzerinde durulurken, O’nun kültür erdemi, özellikle 1931
de Tarih ve 1932 de Dil alanlarının ulusal bilinçlenmedeki konumunu gözeterek oluşumuna
önayak olduğu kurumlarla, bilime saygısını kanıtladığını belirtmek gerekiyor.
1933-34 lerde Türk Tarihi ve Türk Dili üzerindeki araştırmalar ve buna ilişkin kurumların, eğitim
öğretim ve araştırma ünitelerinin kurulması başlı başına, araştırmaya, bilime ve bilimselliğe
yönelik çabalar olup gerek anlamı ve hedefi, gerekse sonuçları bakımından 150 yıllık iyileştirme
ve kuruluş çabalarımızın içinde ayrı bir yeri olan ve ilk defa ciddi şekilde girişilen çalışmalardır.

ATATÜRK VE MATEMATİK

Tarih boyunca yabancı ülkelerde “büyük” unvanını kazanan asker devlet başkanları, uluslarına
eğitim alanında da önderlik yapmışlar, kendi kalemleriyle eğitici yapıtlar bırakmışlardır.
Atatürk’ün dehasında, dil ve matematik gibi disiplinler birbirini karşılıklı olarak olumlu yönde
etkilemiştir.
Atatürk ,”Fen terimleri o suretle yapılmalı ki anlamları ancak istenilen şeyi ifade edebilsin”
diyerek Osmanlıca çok sayıda terimin yerine öz Türkçe karşılıklarını türetirken üstün başarı
göstermiştir. III. Türk Dil Kurultayından (24-31Ağustos 1936) hemen sonra 1936 Sonbaharında
Atatürk, Beyoğlu’daki Haşet Kitabevinden uygun görülen Fransızca geometri kitaplarından birer
tane aldırıyor. Dolmabahçe sarayında kendi el yazısı ile çok sayıda terim ve sözcüğe Türkçe
karşılık vererek (boyut, uzay, yüzey, düzey, çap, yarıçap, kesit, yay , çember, teğet, açı, açıortay,
yatay, dikey, yöndeº, üçgen, eºkenar, oran, orantı, artı, eksi, bolü, çarpı, pay, payda, ondalık,
türev, varsayı, v.s., ) 44 sayfalık bir geometri kitabı yazmıştır. Yeni sözcüklere deneme hakkı
tanıyarak daha uygun olanın önerilmesinden mutluluk duymuştur. Bu kitap 1937 yılında Kültür
Bakanlığı tarafından bastırılmıştır. Atatürk, bugün askerlikte olsun, matematikte olsun
kullandığımız birçok terimi Türkçenin derinliklerinden çıkarıp bize armağan etmiştir. Atatürk,
matematiği iyi bildiği ve sevdiği için, terim devrimine matematikten başlamıştır denilebilir.

Atatürk’ün matematiğe ne kazandırdığını bir örnekle görelim:
Osmanlıca, Farsça ve Arapça karışımı bir cümlenin eşdeğeri olan cümleyi vereceğiz.
“Müsellesin, zaviyetan-ı dahiletan mecmu’ü 180 derece ve müselles-i mütesaviyü’l-adla,
zaviyeleri biribirine müsavi müselles demektir.” Bu cümlenin anlamı şudur:: “Üçgenin iç
açıları toplamı 180 derecedir ve eşkenar üçgen, açıları birbirine eşit üçgen demektir.”

ATATÜRK’ÜN ÇAĞDAŞ UYGARLIK ANLAYIŞI

Çağdaşlaşma yolunda, aklı ve bilimi kendine öncü yapan Atatürk çok gerçekçi idi.
Mademki Türk ulusu modernleşecekti, o halde, yapılması gereken şey, yaşanılan çağda en
gelişmiş kurumları hiç çekinmeden benimsemekti. Çağdaş kurumlar batıdaydı. Öyleyse batı’ya
yönelmeliydi.
Atatürk biliyordu ki akla, bilime, insan haklarına dayalı uygarlık, bütün insanlığın malı olan
evrensel bir uygarlıktır. Modernleşme ya da çağdaşlaşma, ATATÜRK tarafından, çağın
yeniliklerini benimseme, çağdaş uygarlıklar düzeyine ulaşma veya batılılaşma terimleriyle ifade
edilmiştir. Bu konuda “Uygarlığa gitmeyi arzu edipte ulaşmamış devlet hangisidir? ” diyerek
“batı”dan kastedilen ifadenin “çağdaş düşünceye ve bilime, insan aklına ve kişiliğe değer veren,
insana objektif gözle bakan anlayış” olduğunu her fırsatta açıklamaya çalışmıştır.
Çağdaşlaşma yolunda atılacak adımların ancak eğitim ve bilimle mümkün olabileceğine inanan
Atatürk Milli mücadele sonunda 25 Ocak 1923 te Alaşehir’de halka hitaben yaptığı konuşmada
bilim ve eğitime verdiği önemi vurgulamıştır: ” Arkadaşlar! Bundan sonra çok önemli
zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zaferler süngü zaferleri değil, ekonomi, bilim ve eğitim
zaferleri olacaktır. Askeri zaferlerimizle mağrur olmayalım, yeni bilim ve ekonomi
zaferlerine hazırlanalım.”
Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmanın yolunun düşünce ve fikirlere açık, çağdaş ülkelerle ilişkileri
özellikle bilim ve teknik konularda sürdürmek olduğunu savunan Atatürk, bu konudaki
düşüncelerini şöyle ifade etmiştir. (Kocatürk (1985): “Gözlerimizi kapayıp yalnız yaşadığımızı
varsayamayız. Ülkemizi bir çember içine alıp dünya ile ilgisiz yaşayamayız. Aksine, ileri,
uygar bir ulus olarak uygarlık sahasının üzerinde yaşayacağız. Bu hayat, ancak bilim ve
teknoloji ile olur. Bilim ve teknik neredeyse oradan alacağız ve ulusun her bireyinin
kafasına koyacağız. Bilim ve teknik için kayıt ve koşul yoktur.”
Atatürk’ün çağdaş uygarlıktan anladığı, yalnız onun taşıdığı değerleri kabullenmek ve
kullanmaktır. Atatürk, bu doğrultuda 30 Ağustos 1925 te Kastamonu’da halka yaptığı
konuşmada: “Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti
halkını bütünüyle çağdaş, bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum durumuna
vardırmaktır. Devrimlerimizin temel ilkesi budur” demiştir.
Görüldüğü gibi, bir ülkenin ve toplumun ayakta durabilmesi, çağdaş uygarlık düzeyine
ulaşabilmesi için sadece askeri gücün yeterli olamayacağına, mutlaka bu gücün yanında bilim ve
ekonomik güçlerin de yer alması gerektiğine işaret etmektedir.
Atatürk 1933 te “…Türk milletinin yürümekte olduğu gelişme ve uygarlık yolunda, elinde ve
kafasında tuttuğu meşale müspet bilimdir…… ” Geçmişte sayısız uygarlık kurmuş bir
ulusun çocukları olduğumuzu ispat etmek için, yapmamız gereken şeylerin hepsini
yaptığımızı ileri süremeyiz. Bugüne ve yarına bırakılmış daha birçok büyük işlerimiz
vardır. Bilimsel araştırmalar bunlar arasındadır…” biçiminde görüşünü açıklamıştır.
Atatürk bize, ele aldığımız her işte geleneğe, göreneğe, saplanmadan aklımızı kullanmayı, her
şeyi pozitif bilimlerin ışığında, aklın ve bilimin süzgecinden geçirmeyi önermiştir. Büyük önder
bu durumu şu sözleriyle ifade etmiştir: “Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma,
hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır.
Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında,
belki amaçlara tamamen eremediğimizi, fakat asla ödün vermediğimizi, akıl ve bilimi
rehber edindiğimizi onaylayacaklardır. Zaman süratle ilerliyor, ulusların, toplumların,
bireyleri mutluluk ve mutsuzluk anlayışları değişiyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek
hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişmesini yadsımak olur. Benim Türk
ulusu için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni
benimsemek isteyenler, bu temel mihver (doğrultu) üzerinde, akıl ve bilimin rehberliğini
kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.

SONUÇ OLARA K

Atatürk yalnız yakın geçmişte büyük hizmetler yapmış bir lider değildir. Eserleriyle ve
düşünceleriyle, Türk ulusunun ve başka ulusların geleceğine de ışık tutmaya devam eden
bir liderdir. O’nun ilke ve devrimleri, evrenselleşen düşünceleri, ülkü ve öngörüleri her
zaman yol gösterici olacak ve yolumuzu aydınlatacaktır.
Atatürk’ü anlamak, sevmek, değerlendirmek ve tanımak bir bilgi aktarım işi değildir. Akıl
yoluyla algılama, inceleme, özümseme, düşünme, bilinçlenme ve yaptıklarının derinlerine
inme sorunudur.

ALINTI: Prof. Dr. Fikri AKDENİZ
Çukurova Üniversitesi

www.rehberogretmen.biz için Prof.dr. Fikri AKDENİZ’in çalışmasından alıntı olarak kullanılmıştır.

2 Yorum
  1. 16 Ekim 2011
  2. 03 Aralık 2013

Yorumunuzu Yazınız

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir