OSMANLI’NIN SON KAHRAMANLARI
* İsmet BOZDAĞ
Kitap; Balkan ve 1 nci Dünya Savaşı sırasında geçen iki olayı incelemektedir. Olaydan biri Balkanlar’da, diğeri ise “Kutsal Topraklarda” geçmektedir.
BASIM TARİHİ: 1996
KİTABIN YAYIM AMACI: Osmanlı İmparotorluğu’nun Son Dönemi Ve Kahramanları Hakkında Bilgi Edinmektir.
KİTABIN ÖZETİ :
Kitabın konusu; Balkan ve 1 nci Dünya Savaşı sırasında geçen iki olaydır. Olaydan biri Balkanlar’da, diğeri ise “Kutsal Topraklarda” geçmektedir.
Balkan Harbi’nin ardından, Edirne dahil olmak üzere Batı Trakya bölgesinde büyük kayıplar verilmişti. Bu kayıpların verilmesinde ittihatçı ve itilafçılar arasındaki kavganın rolü büyüktü. Balkan Savaşı neticesinde Balkan devletleri birbirine düşmüş durumdaydı. Bununla beraber Bulgar orduları Çatalca’ya kadar ilerlemiş, mühimmat ve askeri yığınak oluşturmuş, İstanbul’u vurmaya hazırlanıyordu.
Türk cephesinde ise , Balkanlardaki bu iç karışıklığın arasında İstanbul’a saldırı ihtimalinin çok zayıf olması gibi bir kanaat hakim durumdadır. Hele siyasi tablo daha da karışık ve kötü bir durum arz etmektedir. İttihatçılar iktidar olmasına rağmen hükümette söz sahibi değildi.
Babıali Baskını akabinde, iktidar olmasına rağmen Mahmut Şevket Paşa kabinesi yönetimde etkili değildir. Mahmut Şevket Paşanın kurşunlanması ve Sait Halim Paşanın sadrazamlığa getirilmesi ile Edirne’nin geri alınması için karar alınır. Hal böyle iken hükümetin bu adımları atmasına politik çevreler, vatana ihanet gözüyle bakarlar. Ancak yeni hükümetin İçişleri Bakanlığına Talat Bey ve 10 ncu Ordu Komutanlığına da Enver Bey’in tayin edilmesi ve Enver Bey’in işe eski silah arkadaşlarını toparlamakla başlaması, Bulgar tehdidi altında bulunan İstanbul için iyi bir gelişme sayılırdı. Çünkü, Bulgar ordusu İstanbul’u darmadağın edecek kadar ilerlemiş ve Çatalca Sırtları’na 15’lik sahra bataryalarını yerleştirmişti.
Enver Bey, Kuşçubaşı Eşref, Selim Sami ve İbrahim Şehbendere’yi, bu bataryaları susturmakla görevlendirmiş, komutayı Kuşçubaşı’na vermişti. Böylece “Emirber çeteleri ” diye bilinen fedailer birliği kurulmuştu.
Eşref Bey’in çetelerden oluşan birliğine bir de nizami birlik eklendi ve tümen gücünde bir gerilla birliği oluşturuldu. Taksim kışlasında eğitilen tümen, Murat Dağları’ndaki Bulgar bataryalarının susturulması için görevlendirildi.
Taksim’den hareket edilir, Veli Efendi çayırına daha yeni gelinmiştir ki; “Keçe Bekir” adlı bir yüzbaşı ilk isyan hareketini başlatır. Kuşçubaşı’na bir tezkere gönderir. Tezkerede , padişahın orduya kumanda etmesi istenir, aksi halde tümenle beraber hareket edilmeyeceği bildirilmiştir. Kuşçubaşı olayı konuşarak çözmek ister ancak ateşle karşılaşacağını görür ve komutanlarla toplantı yapar. Brifing sonunda Selim Sami olayı sessizce bastırmak fikrindedir. Böyle yapılamazsa daha büyük felaketle karşılaşılacağını anlatır. Kuşçubaşı teklifi kabul eder ve harekat emrini verir. Selim Sami ve Galatasaraylı gençlerden oluşan bir gönüllü taburu bu hareketi bastırmakla görevlendirir. Tabur harekete geçer ve büyük bir ustalıkla olay sessizce bastırılır. Keçe Bekir ve on arkadaşı idama mahkum olur. Ancak Kuşçubaşı bunu hapse çevirir. Daha sonra çıkan aftan yararlanan Keçe Bekir ve arkadaşları, orduya dönüp yararlı hizmetler yapacaktır. Keçe Bekir, bu olayda şahsi emelleri olan art niyetli kişilerin maşası olmuştur ve hatasını sonradan anlayarak orduya hizmet etmeye devam etmiştir.
Murat Bey tepelerindeki bataryaların susturulması için yapılan plan uygulamaya konur ve harekat başlar. Merkezde Kuşçubaşı, sağında Selim Sami ve solunda Cihangiroğlu… Kuşçubaşı’nın elindeki kuvvetlerin hepsi genç, yiğit ve gözüpek kişilerdir. Kuşçubaşı bunlara çok iyi bir biçim vermiş, hepsi de emrinde ölümü göze alacak kadar cesur yürekli, yiğit askerlerdir.
Baskın yapılır, planlandığı gibi başarıyla sonuçlanır. Bulgar ordusu sekiz saat süren savaş sonunda bozguna uğrar ve zafer kazanılır. Zaferin İstanbul’da duyulmasıyla yer yerinden oynar. Zafere susamış Türk insanı bu anlamlı zaferle kendini bulur. Başta Padişah olmak üzere birçok tebrik telgrafları gönderilir.
Zafer sonrası Enver Bey ve Eşref Kuşçubaşı, Hurşit Paşanın karargahında toplanırlar. Hurşit Paşa alınan sonuçtan memnundur ve ordunun Enes-Midye hattına ilerlemesini teklif eder. Eşref bey duyduklarına inanamaz ve;
•Edirne Bulgarlara mı kalacak ? diye sorar.
Hurşit Paşa; asıl amacın İstanbul’u kurtarmak olduğunu söyler. Enver Bey susar. Eşref Bey ise; Edirne’nin geri alınmasının vefa borcu olduğunu, şehit kanlarının boşa gitmemesi için bunun mutlak gerekli olduğunu söyler. Bunun üzerine Hurşit Bey tam bir ikilem içinde kalır. Bir yanda vazife bir yanda vicdan….
Bunun üzerine Enver Bey, Eşref Beyin sözlerini destekler ve bu içten konuşmayı dinlemeye koyulur:
– “Trablusgarp’ta da durum aynı idi ve şu an Bulgarlar ağır bir baskına dayanacak güçte değildir. Bana imkan verin, akınlarla onun arkasına sarkayım ve onu gafil avlayayım. Edirne’yi kurtarma ihtimali doğarsa memlekette mucizeler birbirini kovalar, aksi halde her türlü cezaya razıyım.”
Enver Bey bu sözler karşısında , Eşref Bey’e gerekli desteği vererek Hurşit Paşa´yı ikna eder ve yola çıkılır. Ancak İstanbul hükümeti bu hareketi durdurmaya çalıştıysa da başarılı olamaz. Eşref Bey kuvvetleri Edirne önlerine gelir. Bulgar komutanından teslim olması istenir fakat gelen cevap “hayır”dır. Enver Bey ve Eşref Beyler durumu müzakere ederler ve şöyle bir karara varırlar: “25 kişilik bir ekip kurulacak, bomba ve dinamit çantaları ile düşman tabyasına sızılacak ve tabyaların tamamının tahrip edilmesi sağlanacaktır,”
Enver Bey bu teklifi pek hoş karşılamasa da başka bir ihtimalin söz konusu olmadığını görür ve plan uygulamaya konur. Hazırlanan 25 kişilik grupla Bosna köyüne olaysız varılır. Köyde kimse yoktur, köy terk edilmiştir. Arda Nehri’ni geçmek için sal yapmak gerekecektir, ancak sal yapacak malzeme bile bulunamaz. Daha sonra düşman tabyalarının altından geçerek şehre yaklaşırlar. Şehirde panik hakimdir ve Eşref Bey harekat emrini verir. Yanına Bulgarca bilen kişiler alır ve Ayşe Kadın Kışlası’na girilir. Kışla komutanına, şehrin çevrildiğini ancak hayatlarının güvende olduğunu bildirir. Bulgar ordusunda korku ve panik vardır. Kaçış hazırlığı içinde olduğu görülür ve sonuçta kışla tamamen ele geçirilir.
Elde edilen bu zafer, Türk insanının zaferidir, ancak Osmanlı devletinin politik hesapları zaferin elde tutulmasını güçleştirmektedir. Rus Baş Vekili ve Romanya kralının dile getirdiği şu durum zaferin elde tutulmasının ne kadar güç bir durum olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Her ikisi de “Edirne’nin geri verilmesini, aksi halde saldırılara devam edilebileceğini” bildirirler.
Bunun üzerine Osmanlı kabinesi toplanır ve büyük elçiliklere fikir sorulur. Sonunda şöyle bir ikilem meydana gelir;
Edirne mi? Yoksa savaş tazminatı mı ?
Savaş tazminatı; Balkan savaşından kaynaklanan bir durumdur ve hükümetin bu paraya ihtiyacı vardır. Savaş tazminatını alabilmek için 10 ncu Kolordu Kurmay Başkanı Enver Beyin bu görevinden azledilmesi ve böylece yapılacak bir taşkınlığa engel olunabilmesi tasarlanmıştır.
Ancak Talat Paşa ile Sadrazam Sait Halim Paşanın engellemesi ile karşılaşılır. Bu arada Eşref Bey ve Enver Bey başbaşa konuşup Edirne’yi kurtarma kararı alırlar. Yalnız Enver Beyin rahatsızlığı, Eşref Beyin yola tek başına devam etmesini gerektirir. Eşref Bey de “varıyla yoğuyla bu yola baş koyduğunu, geri dönüşün mümkün olmadığını” söyler.
Edirne’nin yanı sıra artık yeni hedef Habibçe idi. Kuşçubaşı, Selim Sami ve Cihangiroğlu Bulgar’a aman vermemek ve Habibçe’yi almak için karar alırlar. Ani bir baskınla burası ele geçirilir. İlk mahalli idare burada kurulur. Bu aynı zamanda Batı Trakya Cumhuriyeti’ nin temel taşını oluşturur. Enver Bey buraya Süleyman Askeri ve Dr. Tevfik Rüştü’yü bırakıp, böylece ilk mahalli idarenin şekillenmesini sağlar. Sonra Yenice’ye baskın yapılmış ve burası da Türk egemenliğine girmiştir. Bunun üzerine Bulgarlar, Harmancık ovasının stratejik noktalarını güçlendirme yoluna giderler. Bulgarlar mevzi almış beklerken, Türk gerilla güçleri Bulgar kuvvetlerini arkadan çembere alır ve amansız bir mücadele başlar, yedek güçlerin yardımıyla Bulgar mevzileri dağıtılır, ve zafer elde edilir. Böylece Habibçe, Yenice ve Harmancık Ovası savaşları zaferle sonuçlanır. Savaşların kazanılmasında o yöre halkının rolü büyük olur.
İstanbul hükümeti, Edirne’yi sahiplenme ve savunma noktasında birçok zaafiyet gösterir. Bunu gören Kuşçubaşı Eşref Beyle, Süleyman Askeri Bey duruma çözüm ararlar ve halkın ileri gelenlerinin bir kısmının yönetim, bir kısmının da din işleri ile ilgilenmesini sağlarlar. Her şey normal seyrinde yürürken Hurşit Paşa’dan gelen bir emir, Muzaffer Binbaşı’yı kahretmiştir. Çünkü Hurşit Paşa akınların durdurulmasını ve geri dönülmesini istemektedir.
Eşref Bey ve arkadaşları emri okuyunca adeta çileden çıkarlar. Ancak Eşref Bey, yine de temkinli davranıyor ve Hurşit Paşa’nın emrine uyulması gerektiğini savunuyordu. Nitekim öyle de oldu. Eşref Bey, arkadaşlarını ikna etti ve geri döndüler. Daha sonra bütün bu olayların söylentiden ibaret olduğu anlaşılır ama geç kalınmıştır. Boşaltılan yerlerdeki Türkler’e Bulgarların büyük bir zulüm ve işkenceler yaptıkları görülür. Enver Bey ve arkadaşları tekrar geri dönme ve akınlara devam etme kararı alırlar. İlk hedef Papaz Köy olacaktır. Bulgar çeteleri buralarda büyük bir kıyım başlatmışlardı. Halk mağaralara sığınarak kurtulmaya çalışıyordu. Özellikle Domuzciyef çetesinin yaptığı zulümler dehşet vericiydi. Bu çetenin durdurulması için harekat başlatıldı. Amansız bir baskınla çetenin bütün elemanları yakalandı ve çete lideri yargılandı. Mahkeme başkanı Kanber Ağa idam kararı verdi ve infaz gerçekleştirildi.
Diğer yandan Selim Sami kuvvetlerinin yeni hedefi Kırcaali idi. Burada da baskılar devam ediyor, halk camilere doldurulup yakılmak isteniyordu. Selim Sami, ani bir baskınla kasabaya girdi ve ele geçirdi. Alay komutanını yargıladıktan sonra şehir meydanında idam etti.
Selim Sami gittiği her yerde gençleri eğitiyor ve milis güçler oluşturuyordu. Zaten buralardaki halk müslüman ve Türk olduğu için hiçbir zorlukla karşılaşılmıyor, gerekli çalışmalar rahatlıkla sürdürülebiliyordu.
Eşref Bey , Edirne’ye kadar gelmiş, Enver ve Talat Beylerle görüşmüştü. Görüşmede , Balkanlardaki gelinen son durum konuşulmuş, yapılacak yardımın niteliği konusunda Eşref Bey’e fikir sorulmuştu. Eşref Bey, komuta kadrosuna ihtiyaç olduğunu söyledi.
Selim Sami artık geri dönüşün mümkün olmadığını, bu yolda sonuna dek mücadeleye devam edileceğini, bunun orada yaşayan halka karşı bir borç olduğunu söyledi. Bu arada Hükümet kendilerini dönmek için sıkıştırıyordu . Selim Sami akınlara devam edilmesi gerektiğini savunuyor, hükümete kendilerinin şehit olduğunun bildirilmesini, böylelikle daha fazla askeri güç alarak harekata devam edilebileceğini söyledi. Eşref Bey bu fikri uygun buldu ve hükümete bildirdi. Selim Sami’nin ölümü İstanbul’da büyük yankı yarattı.
Öte yandan Eşref Beyin karargahında yeni katılan komutanlara görevler veriliyordu. Bu kadro artık bir ordunun savaş beynini oluşturuyordu. Yeni kadronun ilk hedefi Gümülcine idi. İş yine Selim Sami’ye düşmüştü . Selim Sami gerekli hazırlıkları yaptı ve akıl almaz gerilla taktikleri uygulayarak şehre girdiler. Nitekim Gümülcine ve Dimetoka’nın ele geçirilmesi, Batı Trakya’nın temizlenmesi demekti. Kurtarılan topraklar üzerinde bağımsız bir Türk devleti kurulma kararı alındı ve gerekli hazırlıklara başlandı.
Selim Sami, Batı Trakya Cumhuriyetinin kurulmasının kaçınılmaz olduğunu anlayanların arttığını görünce , heyecanlanıyor ve eğer imkan verilirse Adriyatik Denizi’ne dek gidebileceğini söylüyordu. Selim Sami’nin bu idealistliği karşısında İstanbul’da tam bir rehavet hakimdi. Yine aynı durum girilen şehirlerdeki ileri gelenler arasında da mevcuttu.
Balkanlar ve Osmanlı sürekli müzakere halindeydi. Balkanlarda tam bir iç kargaşa yaşanıyordu. Bulgarlar ve Greklerde hükümet değişiklikleri oluyor, Grekler yeni kurulacak Batı Trakya Cumhuriyeti’ni heyecanla bekliyorlardı. Çünkü böylelikle Bulgarlarla aralarında bir tampon devlet olacak, sınırlarına daha kolay sahip çıkabileceklerdi. Hatta bu amaç uğruna Dedeağaç’ı savaşsız bir şekilde teslim ettiler. Öte yandan İstanbul hükümeti ağır bir baskı altındaydı. Nitekim İstanbul’da Bulgarlarla bir anlaşma yapılmış, sınırlar kesin olarak çizilmişti.
İstanbul Hükümeti’ni bu anlaşmaya zorlayan nedenlerden biri de paraya olan ihtiyaçtı. Ayrıca Enver, Talat ve Cemal Paşa gibi İttihatçıların güçlü isimleri kurulmakta olan yeni Batı Trakya Türk Devleti’ni garip karşılamakta, hatta ilerisi için tehlikeli görmektedirler.
Arkadaşlarını ikna etmek için Batı Trakya’ya gitmek isteyen Cemal Paşa ‘dan pasaport istenmesi çok anlamlı bulunmuştu. Çünkü Cemal Paşa, Batı Trakya Devleti’ni fesh etmek istiyor, Eşref Bey de bu sorumluluğu kendisinin alamayacağını bildirip, ona bunu yapmasını teklif ediyordu. Cemal Paşa Batı Trakya Devleti’nin defin kağıdını imzalar.
Fakat yazara göre ; tarihin tekerrür etmesinin nedeni insanları aklın yönetmemesidir. Küçük duygular insanları , küçük adamlar milletleri tesir altına alırsa; milletlerin hayatında tarih, insanların hayatında hata tekrarlanıp durur.
İkinci olay “Kutsal Topraklarda” geçmektedir.
Fahrettin Paşa’ya 10 Mayıs 1916 günü , Cemal Paşa’dan bir telgraf gelir. Telgrafta Mekke Emiri’nin oğullarının durumu ve bunlara karşı alınabilecek önlemler anlatılmaktaydı. Emir Hüseyin ve oğulları, İngilizlerle birtakım oyunlar peşindedirler. Fahrettin Paşa’dan bu planları öğrenmesi ve acilen bildirmesi isteniyordu.
Fahrettin Paşa, teftiş bahanesiyle Medine’ye gider ve durumun önemini yakınen görür. Gerçekten de Emir ve oğulları, İngilizlerle birlik olmuşlar, Osmanlı üzerinde oyunlar planlamaktadırlar.
Cemal Paşa , Fahrettin Paşa ile şifreli olarak haberleşiyor, oradaki durum hakkında bilgi alıyordu. Birgün Şerif Hüseyin, Osmanlı Devleti’ndeki ve Arabistan’daki sudan bazı sebepleri göstererek başkaldırır. Cemal Paşa durumun ciddiyetini anlayınca takviye kuvvetler gönderir. Şerif Hüseyin ihtilal beyannamesinde birçok asılsız iftira ve karalama öne sürer. Aslında bu iddiaların hiçbirinin dayanağı yoktur.
Cemal Paşa’nın üzerinde durduğu nokta, Hicaz Demiryolu idi. Bu aynı zamanda Filistin cephesinin de ulaşım hattıydı. Dolayısıyla önemi çok büyüktü. Bu hattın korunması için askerlerimiz çok fedakarca, hatta ölümü bile göze alarak çalışıyorlardı.
İsyancılar hemen harekete geçmiş, çöldeki Osmanlı karakollarına baskın yapıyorlar, demiryollarını dinamitliyorlar, askerleri pusuya düşürerek öldürüyorlardı.
Arapların demiryolunu dinamitlemesi sonradan olan bir işti ve onlara bunu İngiliz casusu Lawrens’ın getirdiği müfreze öğretmişti.
Osmanlı ordusu, Medine’yi savunuyordu ama, Mekke ve Taif’e yetişemiyordu. Bundan dolayı isyanın ilk günlerinde bu yerler isyancıların eline geçti.
Çölde savaş, sadece düşmanla yapılmıyordu. Açlık, iskorpit, çekirge, humma vs. gibi birçok düşmanla mücadele etmek zorunda kalınıyordu. Fahrettin Paşa; askerin hem hocası, hem de doktoru idi. Onların hastalıklarına çareler arıyor, bulduklarını emir şeklinde duyuruyordu. Bütün bunların yanı sıra gıda yetersizliği de önemli bir sorundur. Hatta çekirge yenmesi için Fahrettin Paşa tarafından emir yayınlanır. Fakat başka bir sorun da çöl sıcaklığıydı. Güneş kumları cehenneme çeviriyor ve askerler güneş çarpmasından hayatlarını kaybediyorlardı.
Şerif Hüseyin’in isyanı ile birlikte Osmanlı yönetimi de bu kişiyi görevinden azletmiştir ve yerine Şerif Haydar Paşa’yı tayin etmiştir. Devlet Şerif Haydar Paşa’dan çok şey bekliyordu. Amaç oradaki düzenin tekrar sağlanmasıydı.
Ancak yeni Emir, Fahrettin Paşa ile anlaşamıyordu. Çünkü kendiside bir Arap’tı. Dolayısıyla Arapların kırılmasını istemiyordu. Enver Paşa, Cemal Paşa’ nın Haydar Paşa konusundaki fikrini sorması ve olumsuz yanıt alması üzerine, yerine Miralay İsmet Bey’i önermektedir. Enver Bey, çeşitli nedenlerden dolayı onun yerine Mustafa Kemal Paşa’yı görevlendirmek ister. M. Kemal Paşa, Cemal Paşa ile görüşür. Daha sonra bir takım kararlar alınır. Mustafa Kemal, emrindeki bölgenin genişletilmesini isterken, diğer yandan Ordu Komutanı yetkisi verilmesini istiyordu.
Medine’nin boşaltılması isteniyordu. Aslında bu önce M. Kemal’den istenmiş ancak o kabul etmemiştir. O bölgede bulunan Fahrettin Paşa’nın bu işi yapması istenir. Fahrettin Paşa, ikilem içinde kalır. Bir yanda bir emir, öte yanda kutsal bir beldenin terkedilmesi ve halkının ıssız çöllere dökülmesi…
Fahrettin Paşa, boşaltma emrini kabul ettiğini ancak küçük bir birliğin orada kalmasının faydalı olacağını düşündüğünü bildirir. Fakat Cemal Paşa, buna bir anlam veremez. Ama Enver Paşa’ya bu notu ulaştırır. O da Sadrazam Talat Paşa’ya durumu iletir. Fahrettin Paşa’nın dileği kabul olur ve Medine’de kalır. Ancak bir yıllık erzak depolamak için işi ağırdan alır. Bu da Cemal Paşa’nın dikkatinden kaçmaz ve kendisini bir telgraf ile uyarır.
Fahrettin Paşa, Medine’de bulunan “Kutsal Emanetler” i dikkatle toplayıp, paketler ve 19 Mart 1917 günü Medine’den kalkan trenle İstanbul’a gönderir. “Kutsal Emanetler” denen bu eşya ve hediyeler arasında çok değerli mücevherler ve Peygamberimize ait eşyalar da vardır.
Fahrettin Paşa’nın taktikleri ile Hicaz Seferi kuvvetlerinin büyük bir bölümü elinde kalmış fakat erzakı tükenmek üzeredir. Elinden geldiği kadar tren yolunu açık tutmaya çalışmaktadır. Daha sonraları beraberindeki birliklerden Arap olanlar çöllerde firar eder, buna sonraları Türk askerleri de eklenir. Bunun yanısıra açlık, hastalık vb. etkenlere karşıda mücadele veriliyordu.
Şehrin dışında Lawrens’in örgütlediği güçler egemen olmuş, içeride ise; Fahrettin Paşa egemen olmaya çalışıyordu. Binbir zorluğa katlanarak, Fahrettin Paşa; Medine’yi kuşatanlara karşı bir set gibi duruyordu. Hal böyleyken aldığı bir telgraf, Paşa’yı adeta yıkar. Telgrafta, Filistin cephesinin yarıldığını, Şam’ın düştüğünü öğrenir. Artık dayanacak tek bir desteği kalmamıştır. Durumu askerlerine üç gün sonra bildirir. Artık askerler gruplar halinde kaçmaya başlar. Subaylar arasında da hoşnutsuzluk mevcuttur.
İşte böyle zor bir Cuma günü minbere çıkıp “Ya Rasulallah! Ben seni bırakmam” diye haykırıp, ağlamıştır. Bu olayın üç gün sonrasında anlaşma şartnamesiyle gelen bir Osmanlı Yüzbaşısına; “Halife teslim ol demeden teslim olmam” der, diye cevap verir.
Ancak ilerleyen günlerde askerler arasında çözülme başlamıştır. Fahrettin Paşa hala direnmektedir. Artık çevresinde kimse kalmadığını görünce 5 Ocak 1918 günü yerini Miralay Necip Bey’e bıraktı. Sonra Haremi Şerif’e gidip veda namazı kıldırdı. Ardından istirahata çekilmek istediğini söyledi ve bir süre odasına kapandı. Paşa’nın odadan çıkmadığını görenler endişelendi. Çünkü, Paşa’nın bir defasında böyle duruma gelinirse intihar edebileceğini söylediğini herkes biliyordu. Çeşitli hilelerle Paşa’nın kılıç ve silahını almaya çalıştılar ve sonunda başardılar. Çünkü artık takati kalmamıştı. Ve nihayet bir gün yatağından alınarak, İngilizlere teslim edilir.