KESİŞME
Gözüm dalmıştı, karanlığa bürünmüş ağaçlar, irili ufaklı tepeler, arada sırada uzak köy evlerinin lambalarının masalsı, hüzünlü yalnızlıklarını sergiliyordu. Vagon penceresinin sol tarafından başlayıp, sağ tarafında biten, esrarengiz bir sihirbazın yaptığı illüzyonu, lokomotifin ritmik sesleri, sarsıntıları daha da perçinliyordu.
Basmane de gardan biletimi alıp, bindiğimde kendimi garip hissetmiştim. Tren uzun uzun ıslık gibi düdüğünü çalarak şehri terkederken karamsar, ağlamaklı bir hüzün beni boğmuştu. Aslında özgürdüm, tek başınaydım, kendimi yaşıyordum, kendimi yaşamak beni daha çok kendim yapıyordu.
Yola çıkarken yanıma insülin fluconunu ve enjektörümü almıştım. Biraz da param vardı. Fakülte bir yıl önce bitmişti. Diplomamı aldıktan onbeş gün sonra, 402 korsanımla, bu benim fakülteye gidip geldiğim, gözüm gibi baktığım, sevdiğim ilk göz ağrım, turuncu renkli rönomuzdu.
Akrabanın çocuğunun sünnet düğününe giderken, mekanları cennet olsun annemi, babamı trafik kazasında kaybettim. Aynı zamanda hayatımdan en az 10 yılı kaybetmiştim. Kardeşlerimden biri 15, diğeri 30 yaşındaydılar. İkisi de erkekti. Babam her birimize bir ev ve bir dükkan miras bırakmıştı. Hepimiz bekar olduğumuz için aynı evde oturuyorduk. Diğer mülklerin kiralarını alıyorduk. İşte fakülte bitmiş, gazeteden bulduğum iş için Isparta’daki kliniğe çalışmaya gidiyordum. Bakışlarımı vagonun içine çevirdim, kompartıman görevlisinin elimde oynamaktan yıpranmış biletimi damgalayalı iki saat kadar olmuştu. Tren, hızını almış yolcuları aynı ritimle bir sağa bir sola sallıyordu, devasa metal beşiğin içinde sallanan gözleri yarı kapanmış bu insanların bebeklerden farkı yoktu.
RAYLARDAN, ALIŞILMIŞ SESLERİN DIŞINDA GELEN O TAKIRTILARI DUYMADAN ÖNCE, KESKİN TREN DÜDÜĞÜ GECEYİ TİTRETTİ. BİR HAYATIN SÖNDÜĞÜNÜ BAĞIRA BAĞIRA ANLATAN takırtıların, intihar EDEN TALİHSİZE AİT KEMİK KIRILMALARI OLDUĞUNU, DAHA SONRA ANLADIM.
Tren elli metre daha gittikten sonra nihayet durabildi. Telaşla yerlerinden fırlyan insanlar meraklı gözlerle ne olup bittiğini anlamaya çalışıuyorlardı. Tren görevlileri inmiş, hararetli tertışıyorlardı, kapıların açılmasına izin vermedikleri için insanlar pencerelerden dışarıdaki karanlığın içinden bir şeyleri anlamaya çalışıyorlardı. Fısıltı gazetesi ilk baskısını yapmış, birinin tren raylarına atladığı ortelığa yayılmıştı. 15 dakika sonra kapılar açılmış, meraklı kalabalık aşağıya, ön kısımdaki rayların kenarında toplanmışlardı. Kadınlar, çocuklar inmemiş oturdukları yerlerinde kalmışlardı.
Nerede olduğumuzu bilmiyordum tren durmuş, koyu karanlığın içinde asılı kalmış kandil gibi çevresini aydınlatıyordu. Tren durduktan sonra onca gürültüye alışmış kulaklarım sessizliği yadırgamıştı. Çok uzaklardan köpeklerin havlamaları duyuluyordu. Cep telefonları çalışmıyordu. Birisi, on dakika uzakta köy var, oradan arayabiliriz, dedi. Orta yaşlı hafif göbekli başında kasketi olan, dudaklarını örten kırlaşmış bıyıkları arasından konuşmuştu.
Jandarmaya yarım saat sonra köyden ulaşılmıştı. Dağ başında herkesten uzak, gecenin sessizliğinde, içim ürpererek rayların üzerine atlayan kemik yığını haline ggelmiş insanı düşündüm. Tren gelmeden, bu sessizliği o soluyordu. Kimbilir hangi dermansız derdi için kan ağlıyordu. BU GÜN NE YEMİŞ, KİMİNLE KONUŞMUŞ, RAYLARIN YANINA NE ZAMAN GELMİŞ, HAYATLA ÖLÜMÜN KESİŞTİĞİ BU SOĞUK DEMİR PARÇALARINA, NE DİYE ÇIKMIŞTI. Gecede takılı kalmış, yolcular, ölü ve ben, bekledik.
Ateş böceklerini andıran sigara korları bir yandı, bir söndü. En karanlık anda, savcı bey yanında jandarmalarla çıkageldi. Cesetten geriye kalanları inceledi, kaldırılmasını istedi. Tren düdüğünü acı acı çalarken, aşağıda benimle birlikte kalmış son birkaç kişi de vagon basamaklarına atladı. Yine o bildik sesler, sarsıntılarla, ölüm ve hayatın kesiştiği noktadan uzaklaşırken, başımı pencereden çıkarıp arkaya baktım. Hiç tanımadığım birisine bindiğim trenle ölümü getirmiştim hayatına son vermek için benim Isparta’ya gitmemi beklemiş, tren kalkış saatini ayarlamış, beni büyük bir şaşmazlıklaince ince takip etmişti o kadar ustaca hazırlanmış bir plandı ki işte başarıyla sonuçlanmıştı. Daha da vahimi hayatı boyunca hiç görmediği ben kullanılmıştım, ona ellerimle bir hediye paketi gibi ölümü getirmiştim. Derin bir iç geçirdim , başımı içeriye soktum, iki sıra önümde sırtını dönmüş genç kadın ağlayan bebeğini susturmak için göğsünü açmış bebeğini bağrına basıyordu. Hayat devam ediyordu ve herkes birbirinin planına muhtaçtı. Acaba ben planımda kimleri kullanacak, kimlerin elindeki o hediye paketini alıp açacaktım. Son kesişme noktasına kadar, bu da bilinmezler arasındaydı.
Annem babam bile bu planı hiç belli etmeden uygulamıştı. Denizli’den İzmir’e fuara gelmek için yola çıkmış olan O öğretmeni, karısı ve iki kız çocuğunu kullanmışlardı. Aydın girişindeki devlet su işlerinin önündeki 125inci kilometre taşı ölümle hayatın bir başka kesişme noktası olmuştu. Elimdeki pet şişeden bir yudum aldım, sırtımı dayadım, gözlerim kapalı seslerde sarsıntılarda annemin söylediği o ninniyi duyuyordum;
uyusunda büyüsün ninni ,
tıpış tıpış yürüsün ninni.
Abdullah ERİŞKİN