İnsan olarak Mozart – Bölüm II

İnsan olarak Mozart – Bölüm II

Mozart 

  Bu yazımız VI bölümden oluşmaktadır. Diğer bölümleri okumayı unutmayınız. 

İnsan olarak Mozart – Bölüm II 

Mozart bir harika çocuk idi. Leopold ondaki olağanüstü müzik yeteneğini fark edince o yeteneği geliştirmek için elinden geleni yaptı. Çocuk oyun oynarken
bile onun müziksel yeteneğini geliştirecek çareler aradı.

Mozart daha üç yaşına yeni basmışken, yedi yaşındaki ablası babasından piano dersleri almaya başlamıştı. Wolfgang da  o yaşta piano başına geçip uzun süre
oradan kalkmıyor, paralel üçlüler çalmaya bayılıyordu.

 Ablası Marianne ile aile dostları, Saray Trompetçisi Andreas Schachtner’in verdikleri bigilere göre
:“Dört yaşındayken babası Wolfgang’a pianoda bazı menuetto’lar ve başka parçalar öğretmeye başladı. İkisi de bu işten çok zevk alıyorlardı. Wolfgan, bir
menuetto’yu yarım saatte, daha uzun bir parçayı bir saatte öğreniyor ve mükemmel surette çalabiliyordu. Bir yıl içinde bu işi o kadar ileri götürdü ki,
beş yaşına geldiğinde birkaç küçük parça besteleyip babasına çalmış, babası da onları notaya almıştı.” (Mozart ilk bestelerini 6 yaşındayken yapmıştır)

Altı ila on yaş arasında Wolfgang kendisine öğretilen hemen her şeye büyük ilgi duyuyor, başka şeyleri, bazen müziği bile unutuyordu. Örneğin, aritmetik
öğrenirken evin her tarafını, tebeşirle yazılmış çeşitli hesaplamalarla dolduruyordu. Leopold’un dikkatli yol göstericiliği olmasaydı, belki de oğlu ileride
başka konulara dalabilir ve müziği bir yana bırakabilirdi. Oğlundaki Tanrı vergisi olağanüstü müzik yeteneğini gören Leopold bu yeteneği geliştirmeyi adeta
kutsal bir ödev saymış, yirmi iki yaşına gelene değin oğlunu kontrol etmeyi sürdürebilmişti. Wolfgang  okula gitmedi, babasından başka öğretmeni olmadı.
Her geçen gün biraz daha gelişen yeteneğine rağmen Wolfgang şımarmamış, uzun süre, söz dinleyen, uslu bir çocuk olarak kalmış, ana-babasının iznini sormadan
kendisine verilen bir armağanı almamış, yiyeceği yememiştir. Aile baskısı üzerinden kalktığında yaptığı yanlışları önceki bu bağımlılığıyla açıklayabiliriz.

Özellikle bestecilik alanında, çağdaşlarından, bir tek Joseph Haydn dışında, tümünden çok üstün olduğunu, aralarında çok büyük fark bulunduğunu biliyor,
hissediyor ve bunu davranışlarıyla da belli ediyordu. Yeteneksiz, ya da ortalama kişiler, üstün yeteneklileri çekemez, onları kıskanır, onlardan nefret
ederler. Mozart ise, çevresinde oluşan kıskançlıklara karşı diplomatça davranacak yaratılışda değildi. Yaşı ilerledikçe çocukça davranışları artıyordu.
Leopold, 16 Şubat 1778’de yazdığı mektubunda ona şöyle diyordu :

“Oğlum, çok çabuk kızıyor, öfkeni davranışlarına yansıtıyorsun. Büyüdükçe karakterin değişti. Küçüklüğünde çocuk gibi değil, ağırbaşlı bir beyefendi gibi
davranırdın… Şimdi ise, en küçük bir eleştiriye tahammül edemiyor, parlıyor, kendine hakim olamıyorsun. Seni överek göklere çıkaranların gerçek yüzlerini
bilip anlamadan onlarla samimi oluyorsun. Eskiden öylesine alçakgönüllü idin ki, seni çok övdükleri zaman ağlamaya başlardın.”

Mozart’ın karakterindeki bu iki farklı yüz, onun Mannheim- Paris yolculuğu sırasında “Bäsle” e, amcasının kızına yazdığı mektuplarda daha iyi ortaya çıkmaktadır.
Yirmi iki, yirmi üç yaşlarında, Mozart gibi bir delikanlının, bir genç kıza nasıl bu kadar çocukça, açık saçık sözler, şakalar yazabildiğini anlamak zordur.
Ama bunları yazarken Mozart’ın çok eğlendiği de bellidir. Gerçi, on sekizinci yüzyılda, insanların bugün mahrem  sayılan pek çok davranışı ulu orta yapılabiliyor
ve bunlar yalnız aşağı tabaka arasında değil, her sınıf insanca normal görülüyordu.

Mozart, hayatı boyunca kelime oyunlarından, çocukca şakalardan, takma adlardan, saçmalıklardan, açık saçık fıkralardan hoşlanmıştır. Almanya’ nın Güneyinde
yaşayanlar, kuzeylilere göre daha şakacı, hayata daha gülerek bakan kişilerdir. Bäsle’e yazdığı ağza alınmayacak deyimlerin bazılarını Mozart’ın Viyana’da
yazdığı kanonlarda da aynen görebiliyoruz. O hayatı boyunca çocuk kalmıştır. Ciddi yaratıcılar için, bazen böyle çocukluklar da gerekli olabilir. Ama,
insanları ve karakterlerini çok iyi gözlemleyebildiği halde, Mozart onlara nasıl davranması gerektiği konusunda pek başarılı olamamıştır. Dünya işlerinde
de hep bir yardımcıya, bir koruyucuya gereksinme duymuştur. Oğlunun kendini kontrol etmekteki başarısızlığını bilen Leopold, Salzburg’dan ayrılamadığı
zaman karısını bu işle görevlendirmiştir.

Bir süre Mozart’a destek olan Melchior Grimm, 13 Ağustos 1778’de Leopold’e yazdığı mektubda Wolfgang için :

“Çok iyi çocuk ama yeterince girişken değil. Çabuk kanıyor ama kendisine iyi kazanç sağlayacak konularla çok az ilgileniyor. Oysa burada başarı kazanmak
için atak, girişken, uyanık  olmak gerek,” diye yazıyor.

Mannheim’den Paris’e annesinin koruması altında gelen ve Paris’de, yirmi iki yaşında, artık kendi başına karar alabilecek bir genç adam olarak davranması
beklenen Mozart, hiç de öyle davranamamış ve o gezi tam bir hayal kırıklığıyla sonlanmıştır. Leopold, 23 Ağustos 1782’de Barones Waldstädten’e yazdığı
mektubunda oğlu hakkında şunları söylemektedir :

“Sanırım onun tabiatında biribirine karşıt iki yan var. Bazen çok sabırlı, umursamaz, uyuşuk ya da çok kendini beğenmiş. Bu yüzden de eylemsiz. Bazen da
çok sabırsız, çok aceleci oluyor. Bir türlü bu ikisinin ortasını bulamıyor.”

Karakterindeki bu iki karşıt gerek güvenli ve iyi getirili bir iş ararken gerek kadınlarla ilişklerinde Mozart’ın başarısızığa uğramasına neden olmuştur.
İş araken ona söylenen söz hep : “Ne yazık ki o makam boş değil” dir. Bulduğu işlerse onun değerine uygun düşmeyen işlerdir. Bu durum, biraz da Mozart’ın
yaşadığı çağın gereklerinden ileri gelmiştir. O ancak bir sarayda, kendisinden üstün eserler vermesi beklenen bir yaratıcı olarak yaşamalıydı. Salzburg
Baş Piskoposu Hieronymus Colloredo’nun emrinde çalışmak onun gibi bir dehaya uygun değildi. 1775’de karnaval sırasında Munich’de sahnelenen La Finta giardiniera,
onda daha başka operalar yazma isteğini uyandırmıştı. Bu isteğini belki İtalya’da gerçekleştirebilirdi. Bologna’da  yaşayan Padre Martini’ye 4 Eylül 1776’da
bir mektup yazarak ondan yardım istemiş ama bu girişim de bir sonuç getirmemişti. Colloredo ise baba oğul Mozart’lara göz açtırmıyordu. İzin isteklerine
“Nereye gitmek isterseniz gidin” diyerek karşılık vermiş, kısacası onlara kapıyı göstermişti. 23 Eylül 1777’de başlayan Mannheim ve Paris yolculuğu iki
yıl sonra  başarısızlıklarla ve derin bir gönül yarasıyla sonuçlanmıştı. Salzburg’a dönüşte yeniden Colloredo’ya sığınmaktan başka çare kalmamıştı. 17
Ocak 1779’da  Mozart yeniden onun hizmetinde göreve başladı.

Mannheim’de kendine yeni iş olanakları ararken Weber ailesiyle tanışmıştı. Bu tanışmanın Mozart’ın hayatındaki etkisini Emil Karl Blümm şöyle anlatıyor
:

“Eski bir alman söylencesine göre, her çocuk doğduğunda bir peri gelir ve onun beşiğine, biri sevindirici biri üzücü iki armağan bırakırmış. Mozart’ın beşiğine
gelen peri, ona iyilik yapacak koruyucu melek olarak babası Leopold’u, başını derde sokmak için de  Maria Cäcilie Weber’i vermiş.”

Mozart, 17 Ocak 1778’de yazdığı mektubunda karı-koca Weber’lerin  beşi kız, biri oğlan olmak üzere altı çocukları olduğunu yazıyorsa da Josefa, Aloysia,
Constanze ve Sophie adlı dört kızdan başkası bilinmiyor. Bayan Weber’in Mozart’ı avucuna almak için ona sunduğu yem ise, o sıralarda on beş yaşında olan
Aloysia’ dır. Mozart bu oltaya takılmış ve kıza çılgıncasına aşık olmuştur. Güzelliğinin, dişiliğinin yanı sıra Aloysia’da şarkıcılık yeteneği de vardır.
Mozart onun için şöyle diyor :

“De Amicis için bestelediğim aria’yı çok güzel söylüyor… tatlı, temiz bir sesi var ve harika şarkı söylüyor.”

Henüz bir harika çocukken, Viyana’da, Paris’de ve Londra’da kadınların sevip okşadığı Mozart, büluğ çağında iken, kadın erkek ilişkilerinde kuzeyli Protestanlara
göre çok daha hoşgörülü olan Salzburg’da pek çok kızla da yakın arkadaş olmuştu. Bunlar arasında, özellikle amcası Franz Alois’in kızı Maria Anna Thecla
Mozart’la arkadaşlığı epeyi ilerletmişti. Bäsle, takma adıyla çağırdığı bu kıza yazdığı açık saçık fıkralar, îmalı sözlerle dolu mektuplar, bu arkadaşlığın
oldukça ileri gittiğinin deliliydi.  Bäsle’in de Wolfgang hakkında birtakım ümitler beslediği muhakkaktı. Ama Aloysia Wolfgang’ın aklını başından almış
ve Bäsle’in bütün umutlarını suya düşürmüştü. Gençti, güzeldi, alımlıydı ve güzel şarkı söylüyordu. Mozart’a ise, ancak annesinin izin verdiği kadar yaklaşıyor,
daha ileri gidilmesinden kaçınıyordu. Ona pek fazla ilgi duyduğu da söylenemez. Şarkıcılıkta ilerleyip de 1000 florin maaşla operada çalışmaya başladığında,
Mozart’a artık gereksinimi kalmadığını, ondan üstün duruma geldiğini belirtmekten kaçınmamıştı. Her ne kadar, Wolfgang  istifini bozmamış ve daha sonra
“canı cehenneme” diyerek pianosuna oturup olayı unutmaya çalışmışsa da, kalbi onulmaz biçimde kırılmıştı. Aloysia 1780 yılı Ekim ayının son günü ressam
ve aynı zamanda Saray Tiyatrosu’nda oyuncu olan Joseph Lange (1751-1831) ile Stefankirche’de evlendiğinde Wolfgang’ın üzüntüsü doruğa çıkmıştı. Ama Aloysia
ile Joseph Lange’nin evliliği, bayan Weber’in huysuzluğu ve doymak bilmeyen para hırsına genç damadın kıskançlığı da eklenince pek başarılı gitmiyordu.
Wolfgang 16 Mayıs 1781’de yazdığı mektubunda : “Aloysia’nın bana karşı yeniden ilgi ve yakınlık duyduğunu hissediyorum” diyordu. 1782 ve 1783 yıllarında
Mozart onun için dört büyük aria besteledi. Uzun bir aradan sonra 1788 Nisan’ında yine Aloysia için parlak bir aria daha yazdı. Mannheim’de iken yazdığı
aria’lardaki sıcaklığı, Viyana’da iken yazdığı aria’larda bulamıyoruz. O aria’larda Mozart şarkıcının üstün tekniğini gösterebilmesine olanak sağlamaktan
başka bir şey düşünmemiş gibidir.

         Bu değişikliğin nedenlerinden biri de Aloysia’nın artık Wolfgang’ın baldızı olmasıdır. Çünki Mozart, babasının karşı çıkmasına aldırış etmeksizin,
4 Ağustos 1782’de Aloysia’nın küçük kardeşi Constanze ile evlenmiştir.

Weber ailesi ile Mozart’ın, ileride Carl Maria von Weber’in övünç duyarak sözünü edeceği ilişkileri Wolfgang için hiç de iyi olmamıştır. Kocasının ölümünden
sonra yetişkin dört kızıyla kalan dul bayan Weber, Kohlmark’daki küçük evden Auge Gottes’de geniş bir daireye taşınmış ve dairenin bir bölümündeki odaları
bekâr delikanlılara kiralamaya başlamıştı. Bunun üzerine Aloysia evden ayrılmış, annesinin yanında en büyük kız Josefa ile Constanze ve Sophie kalmıştı.
Bayan Maria Cäcilie Weber’in ağına yakalanan ilk av ise, Başpiskopos’dan, “poposuna tekme yiyerek” ayrılan Wolfgang olmuştur. 2 Mayıs 1781’de Weber’lerin
dairesinde bir odaya taşınan Wolfgang durumu babasına yazdığı mektupda şöyle anlatıyor :

“Bayan Weber beni evine kabul edip güzel bir odayı bana vererek ne kadar iyiliksever olduğunu gösterdi. Artık yalnızlık çekmiyor, saygılı ve gerektiğinde
ihtiyaç duyduğum her şeyi bana sağlayan insanlarla bir arada yaşıyorum.”

Baba Mozart bu durumdan kuşkulanmış ve oğluna uyarı üstüne uyarı yazmışsa da oğlu bu uyarılara kulak asmamıştı. O şimdi başka havalardaydı. Evde kalan üç
kız arasında Josepha onun için yaşlı, Sophie ise fazla gençti. En uygun kız olarak Constanze görünüyordu. Bu arada, anne Weber’in de katkısıyla, o tarihlerde
küçük bir kent sayılan Viyana’da, Constanze ile genç Mozart’ın biribirlerini sevdikleri ve yakında evlenecekleri dedikoduları kulaktan kulağa dolaşmaya
başlamıştı bile. Sonunda bayan Weber akıllıca bir taktikle, dedikodulardan sıkılmış görünerek Wolfgang’a, evden ayrılmasını önerdi. Wolfgang odasını boşaltı
ise de her gün Weber’leri ziyaret etmekten geri kalmadı. Bunun üzerine bayan Weber kurduğu ağdan avının kurtulmaması için birtakım hilelere ve tertiplere
başvurdu. Yardakçılarından Johann Thorwart’ın yardımıyla sıkıştırdığı Wolfgang’dan “üç yıl içinde Constanze ile evleneceğini, fikrini değiştirdiği takdirde
ona yılda üç bin gulden ödeyeceğini” taahhüt eden bir kâğıt aldılar. Constanze’nin : “Ben senin sözüne güveniyorum. O yüzden, annemden o kâğıdı aldım ve
yırttım” diyerek  Wolfgang’a güven vermesi, delikanlının kıza karşı duygularını daha da alevlendirdi. Thorwart, olaydan kimseye bahs etmeyeceğine dair
verdiği sözü tutmadı ve bir süre sonra bütün Viyana olanları konuşmaya başladı. Derken bayan Weber, damat adayını yeniden yanında yaşamaya çağırdı. Kuşkulanan
Mozart bunu kabul etmeyince annesi Constanze’ye baskılarını arttırdı. Constanze evden kaçıp Mozart’ın koruyucularından Barones von Waldstätten’in evine
kaçtı. Bu olay dedikoduları daha da arttırdı. Artık evlenmekten başka çare kalmadığını gören Wolfgang, Constanze Weber’le evlenebilmek için babasından
izin istedi. Oysa, buna benzer durumlarla daha önce de birkaç kez karşılaşmış ve işin içinden kolayca sıyrılmayı başarmıştı. Salzburg’da bir eğlencede
kendisiyle dans eden ve daha sonra sık sık ilgisini belli eden Saray fırıncısının güzel gözlü kızına, bir süre sonra yüz vermeyince, kız manastıra kapanmış,
Wolfgang’ın Salzburg’dan ayrılmak istediğini öğrendiğinde ise, belki vazgeçiririm umuduyla manastırdan ayrılarak yarım kalan aşkını tazelemeye çalışmıştı.
Ama Wolfgang, direnmiş ve istemeyerek de olsa, bu ilişkinin daha ileri gitmesine izin vermemişti. Viyana’da yaşamaya başladığı günlerde de buna benzer
tek yanlı bir sevgi olayını pianist Josephine Aurnhammer’le yaşamıştı. 22 Ağustos 1781’de yazdığı mektupda bu hanımı şu sözlerle anlatıyor :

“Bir ressam şeytanın resmini yapmak istiyorsa bu kadının yüzünü çizmeli. Bir çiftçi karısı kadar tombul; öylesine terliyor ki insanın midesi bulanıyor,
kusacağı geliyor. Davranışları öylesine göze batıcı ki sanki üzerinde “Dikkat! buraya bakın” yazılı bir levha taşıyor gibi; ama yanılıp da bakarsanız yandınız.
Öyle pis ve korkunç ki, ne yapacağınızı şaşırırsınız”

Aloysia’dan sonra Mozart’ın gönlünü çalmayı başaran Constanze’nin kimliği ve kişiliği hakkındaki görüşler biribirinden oldukça farklıdır. Mozart’ın ölünden
sonra yazdığı yaşam öyküsünde Schlichtegroll şöyle diyor :

“Viyana’da evlendiği Constanze Weber ona iyi bir eş, ondan doğurduğu iki çocuğa da iyi bir ana oldu ve kocasını pek çok çılgınca davranıştan, kaçamakdan
ve avarelikden  alıkoymayı bildi.”

Oysa Constanze, Mozart gibi bir dâhiye hiç de uygun bir kadın değildi. İyi bir evkadını da değildi.  Kocasının değerini düşünerek onun yaşamını ve çalışmasını
kolaylaştırmaya çalışacak yerde, onun bohem hayatına ayak uydurmayı yeğlemişti. Lüksü seviyor ve ellerine geçenden daha fazla para harcıyordu. Mozart’ın
kumara düşkünlüğünü de engelleyememişti. 1783 Haziranı ile 1791 Temmuzu arasında dördü oğlan ikisi kız olmak üzere altı çocuk doğurmuş ama bu çocuklardan
yalnız ikinci ile dördüncü oğlan hayatta kalabilmiştir.

Mozart ise karısına karşı her zaman sıcak bir ilgi ve sevgi göstermiş, onu iyi yaşatabilmek için elinden geleni esirgememiştir. Onu kadın olarak çekici
bulduğu bazı mektuplarından anlaşılmaktadır.

Kaynanasında müziğe karşı en küçük bir duyarlılık olmadığını, onu 1791 Ekiminde bir Die Zauberflöte, Sihirli Flüt temsiline götüren Mozart şu sözlerle belirtiyor
: “Operayı sadece seyredecek, bir şey işitmeyecektir”.

Constanze pek az olan müzik yeteneğini babasından almış olmalıdır. Hiçbir eğitim ve öğrenim görmemiştir ve çevresinde olup bitenleri de yeterince anlayıp
değerlendirebilecek zekâ ve anlayıştan yoksundur. Her ne kadar biraz şarkı söyleyebiliyorsa da, bu konuda Ablasının düzeyine erişebilecek durumda değildir.
Mozart’ın onun için yazdığı yapıtları bir türlü tamamlayamamış olması da dikkat çekicidir. Bu yapıtların en önemlisi Do minör Missa’dır. Mozart, Constanze
ile evlenirse bir Mess yazmaya söz vermişti. Evlenip de eşiyle Salzburg’a geldiğinde henüz tamamlanmamış olan bu yapıt seslendirilirken, soprano partisini
Constanze söylemiştir.

Mozart, 16 Nisan 1789’da Dresden’den  yazdığı mektupda Constanze’ye şunları söylemektedir:

“Sevgili karıcığım, senden yapmanı rica ettiğim birkaç şey var :

1)    Karamsarlığa kapılma,

2)    Sağlığına dikkat et ve bahar yellerinden sakın,

3)    Tek başına dolaşmaya çıkma, hatta hiç dışarı çıkmasan daha iyi olur,

4)    Benim sevgime güven. Bugüne dek, senin resmini karşıma almadan sana mektup yazmadım,

5)    Davranışlarını, hem senin ve benim şerefimizi düşünerek hem de, görünüşe önem verecek şekilde ayarla. Senden bunu istediğim için bana kızma. Şerefimizin
değerini önemsediğim için beni daha çok sevmelisin.

6)    Son olarak, bana daha ayrıntılı mektuplar yaz. Akrabamız Hofer, ben gittikten sonra seni görmeye geldi mi? Bilmek istiyorum. Bana söz verdiği gibi
sık sık geliyor mu? Lange’ler arasıra uğrayorlar mı? Portren tamamlandı mı? Neler yapıyorsun, nasıl yaşıyorsun. Bütün bunlar benim için çok önemli.”

Mozart hiçbir zaman Constanze’ye ve onun sadakatine tam olarak güvenmemiştir. 1791 yazında ona şunları yazıyor :

“ Lütfen Casino’ya gitme. Birincisi, ordakiler – ne dediğimi anlıyorsun sanırım-

İkincisi, bu durumda dans etmemelisin. Kocan yanında olduğu zaman bu işi daha kolay yaparsın.”

Constanze ise, Mozart’ın ufak tefek kaçamaklarına, hizmetçi kızlarla oynaşmalarına pek önem vermemiş gibidir. Mozart’ın loca kardeşlerinden Franz Hofdemel,
Mozart’ın ölümünden sonra, gebe karısının boğazını usturayla kesmeye kalkışmış sonra da kendini öldürmüştü. Magdalene adlı bu hanım Mozart’dan ders almakta
idi. Olay Viyana’da bir kıskançlık krizi olarak görülmüş, dedikodulara dayanamayan kadın Viyana’dan ayrılarak babasının yanına, Brünn’e gitmiş ve bir süre
sonra orada bir oğlan doğurmuştu. Johann Alexander Franz adı verilen çocuğun Mozart’dan mı Hofdemel’den mi olduğu bilinmiyor, ama her ikisinin de adını
taşıyor.

Constanze’nin asıl kıskanması gereken kadın Anna (Nancy) Selina Storace olmalıydı. 1766’da Londra’da İtalyan bir babayla İngiliz bir anadan doğan bu güzel
ve çekici kadın 1783’de Viyana gelmişti. Çok iyi bir şarkıcıydı. Viyana’daki İtalyan operasında çok yüksek ücretle çalışıyordu. Başından iki mutsuz evlilik
geçen bu kadın Mozart’ın operasında Susanna rolünü ilk oynayan sanatçı oldu. Mozart, soprano, zorunlu klavye ve orkestra için “Ch’io mi scordi di te” (K.505)
aria’sını onun için bestelemişti. Olağanüstü bir aşkın müzikle dışa vurumu sayılabilecek bu aria iki sanatçı arasındaki duygudaşlığın öneminin ve derecesinin
de en iyi tanığı sayılabilir.

Bütün bunlara rağmen Mozart mutlu muydu? Bu soruya evet ya da  hayır, diye  yanıt vermek zor. Dünya hayatının iyi yanlarını da kötü yanlarını da, hızla
akıp giden yaklaşık otuz altı yıllık kısa ömründe görüp yaşadığı biliniyor. Otuz yaşına geldiğinde, bazı davranışlarına bakıldığında hâlâ çocuk kaldığını,
başka bazı davranışlarına, özellikle yaratılarına bakınca da olması gerekenden çok daha fazla olgunlaşmış, hatta yaşlanmış olduğunu sezebiliyoruz. Yaşadıkları,
deneyimleri, görüp geçirdikleri ona çok şey öğretmiş, en önemlisi, yaşama isteğni büyük ölçüde tüketmişti. 30 Eylül 1790’da Frankfurt’dan yazdığı bir mektubunda
şöyle diyordu : 

“İnsanlar yüreğimin içindekileri görebilselerdi, halimden utanırdım herhalde. Yüreğimin içi soğudu; buz gibi. Belki sen yanımda olsaydın, çevremdeki kişilerin
bana gösterdikleri nezaketten daha fazla zevk alabilirdim. Ama benim için her şey boş, bomboş…” 

Ölümünden beş ay önce, 7 Temmuz 1791’de yazdıkları ise daha acı :

“Ne hissettiğimi anlatamam. Boşluk, içimde beni son derece rahatsız eden bir boşluk hissediyorum. Bir türlü doyurulamayan bir özlem var içimde. Durmayan,
bitmeyen, tersine her geçen gün daha da artan bir özlem.”

Bu özlem, karısına duyduğu özlem miydi? Yoksa yaklaşan ölümün habercisi miydi? Constanze kocasının hissettiklerini anlayabilmiş miydi? Anlayabilecek düzeyde
miydi?  Bilmiyoruz.

Constanze’nin, Mozart’ın cenazesi ile ilgilenmemesi de eleştirilmiştir. Oysa kadıncağız o sırada olup bitenlerin farkına varamayacak derecede hasta idi. 
Üstelik, İmparatorluk Saray Kitaplığı yöneticisi ve Mozart’ın koruyucusu Gottfried van Swieten’in, fazla masraf olmaması için cesedi yoksul mezarına gömdürmesine
engel olacak durumda da değildi. Yıllar sonra, 1808 ya da 1809’da kocasının gömüldüğü yeri bulmak için St. Mark mezarlığına gittiğinde ona, yoksul mezarlarının
en çok yedi yıl korunduğu söylendi. Bu arada Mozart’ın giderek Avrupa’ya yayılan ünü ve yapıtlarına gösterilen ilginin artışı ona nasıl bir değere sahip
olduğunu hatırlatmıştı. Kocasının ölümünden birkaç hafta sonra sekiz yapıtı Prusya Kralı’na 800 ducat altınına satmıştı. Elinde daha pek çok el yazması
yapıt vardı, çünki Mozart yaşarken ancak 70 kadar yapıtı basılabilmişti. Kocasının anısına konserler düzenliyerek bir mikdar gelir elde edebiliyordu. Daha
önce annesinin yaptığı gibi o da, evindeki bazı odaları kiraya vermeye başladı. Kiracılarından biri, Danimarkalı Georg Nikolaus von Nissen bir Mozart hayranı
idi. Nissen Constanze ile dost oldu ve ona danışmanlık yapmaya başladı. 1809’da Nissen Kopenhag’a çağırıldığında Constanze ile evlendi. 1810’dan 1820’ye
kadar Kopenhag’da oturdular. Sonra Mozart’ın doğduğu kente taşındılar. Nissen Bad Gastein’e yerleşti ve 1826’da ölenedek orada yaşadı. 1828’de Constanze
Nissen tarafından hazırlanan Mozart’ın yaşam öyküsünü yayımladı. Nissen’in ölümünden sonra Conztanze, dul kalmış olan küçük kardeşi Sophie Heibel’i yanın
aldı. Bir süre sonra Aloysia da onların yanına geldi. Contanze 1842’de öldü. Küçük oğlu, 1791 doğumlu Franz Xaver Wolfgang 1844’de öldü. O da besteler
yapmış ama babasının düzeyine erişememiştir. Büyük oğlu, 1784 doğumlu Karl Thomas ise 1858’e değin yaşadı. İki oğlan da evlenmemişlerdi. Herhangi bir ilişkiden
çocukları da olmamıştı. 

Yorumunuzu Yazınız

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir