ÖNCE BATIL VE HURAFE İLE SAVAŞALIM…
Birey ve toplum olarak bizi mutluluğa, barışa ve sevgiye götürecek bir tek yol vardır; o da bütün batıl inanışlardan, hurafelerden ve bilimsel temele dayanmayan
düşüncelerden arınmaktır. Eğer insanlara bu yolda ışık tutar ve halkımızı yalnızca gerçeklere inanan bir toplum haline getirebilirsek işte o zaman bugünün dev sorunlarından kurtulabiliriz.
Tabiatıyla bu, mistik ve ideolojik eğitime karşı akılcı mücadelelerle ancak gerçekleşebilir. Yoksa insanları her gün
cami minberlerinden, ya da üniversite kürsülerinden ahlâklı olmaya davet etmekle bu mümkün olamayacaktır.Geçmişten ibret alarak, yeni kuşakları aydın ve dürüst yetiştirmeliyiz. İnsanları da şeffaf ve samimi olmaya çağırmalıyız; faziletlerin yaygınlaşması için
her birimiz elinden geleni yapmalıdır. Fakat şurasını da çok iyi bilmek gerekir ki, hurafeci ve putçu bir toplumun şeffaf, dürüst ve samimi olması mümkün
değildir. Böyle bir toplum daima bölücü, yobaz, fanatik ve anarşist üretecektir. Camiden de üniversiteden de dışarı çıktıktan sonra yine bildiğini okuyacaktır.
Bakınız, günümüzde saygı ve sevgi çağrıları, kulakların perdelerini yırtacak kadar frekansını yükseltmiş bulunmaktadır. Buna rağmen hemen hiçbir olumlu
sonuç alınamamakta, hoşgörüsüzlük alabildiğine sürüp gitmektedir. Bunun nedeni çok açıktır; birbirinden ürken, birbirinden korkan, birbirine güvenmeyen
insanlar «her ihtimale karşı» diye bir savunma sistemi üretirler. Böyle kimselerden oluşan bir toplumda ise insanları karşılıklı sevgi ve saygıya çağırmak
hiçbir sonuç vermez.
İşte bu nedenledir ki son 30 yıldır yoğun bir şekilde yapılan saygı ve sevgi çağrıları hiçbir işe yaramamıştır. Hatta halk bu çağrıları artık kanıksamış,
onu anlamsız bir çığırtkanlık olarak algılamaya başlamıştır.
Şeffaflık, dürüstlük ve içtenlik, hiç kuşkusuz bir dizi erdemden oluşan üstün ahlâk altyapısı üzerinde ancak vücut bulabilir. Bu ise yalnızca gerçeklere
inanmak, vahyin, aklın ve bilimin ışığında yürümeği tercih etmekle mümkün olabilir. Aksine çoğunluğun hurafelere, efsanelere ve aslı esası olmayan inanışlara
kendini kaptırdığı bir toplumda ahlâktan, şeffaflıktan, dürüstlükten ve içtenlikten söz etmek duygusallık olur.
Peki özlediğimiz ahlâklı, erdemli, bilinçli ve tabiatıyla hurafelerden ve batıl inanışlardan uzak bir topluma dönüşebilir miyiz?
Bu soruya gerçekçi bir yanıt bulabilmemiz için önce kendimize şu iki soruyu yöneltmeliyiz ve bunlara yanıt aramalıyız;
1. Şeffaf, dürüst ve samimi insanlardan oluşan bir toplum içinde yaşamak ve bu suretle güçlü bir hayat güvencesine gerçekten kavuşmak istiyor muyuz?
2. Batıl inanışlarla, hurafelerle ve efsanelerle karartılmış bir dünyadan çıkarak, vahiyden gücünü alan akıl ve bilim sayesinde aydınlık bir dünyaya kavuşmak
istiyor muyuz?
Evet önce bu sorulara gerçekçi yanıtlar bulmalıyız. Eğer hurafeler üzerine kurulmuş bir düşünce ve zihniyetin karanlıkları içinde bocalayıp duruyorsak,
herhalde buna yakışır bir ahlâk yapımız olur. Böyle bir düşünce ve böyle bir ahlâk yapısıyla insanın açık yürekli, dürüst ve samimi olması da mümkün hale
gelemez. Tam tersine hurafeci insan dengesiz, şüpheci, fanatik, peşin fikirli, içten pazarlıklı, her an hile yapmayı düşünen ve karşısındaki insanlara
güvenmeyen biridir. Böyle bir kimse başkasının şeffaf, dürüst ve samimi olmasını nasıl ve ne hakla isteyebilir; ya da başkaları onun şerrinden nasıl emin
olabilirler?!
Belki, dürüstlükle hurafecilik arasında ne gibi bir ilgi vardır; bu iki şeyi birbirine bağlamanın mantığı var mı diye soranlar olabilir. Kimisi de şöyle
diyebilir; bir insan vardır ki birçok batıl inanışlara sahiptir, bununla birlikte dürüsttür.
İşte bu şekilde düşünmek, dürüstlüğü kavrayamamaktan ancak kaynaklanabilir. Çünkü dürüst insan, akıl dışı bilim dışı ve temelsiz şeylere inanmayacak kadar
düşünce yapısı gelişmiş olan kimsedir. Hurafeci insan ise dürüst davranıyor olsa bile bu onun mükemmel bir ahlâka sahip bulunduğunu ifade etmez. Tam tersine
hurafeye inanacak kadar mantığını yitirmiş bulunduğu için akılcı davranabilecek bir zihin yapısına sahip değildir. Hantallaşmış bir beyinle onun hile yapabilecek
imkân ve kudreti de yoktur. Dolayısıyla ona ya saf ve temiz, ya da erdemli ve dürüst bir kişilik mal ederek yanılanlar olabilir.
Ama hemen eklemek gerekir ki dürüst olmak gerçekten kolay iş değildir. Çünkü dürüst kimse, karşısındaki insanın ne düşündüğüne aldırış etmeden sonuç ne
olursa olsun doğruluktan ayrılmayandır. Gelin işte böyle olalım. Tutun ki bütün insanlar sahtekârdır, çıkarcıdır, hilebaz ve şerirdir; şuna inanınız ki
onlar sizin dürüst olduğunuza eğer kanaat getirirlerse tutumlarını olumlu yönde hemen değiştirirler. Bunun istisnası çok azdır. İnsanların çoğu ahlâksız
olabilir; ama canavar olamazlar. Eğer insanların hepsinin ahlâksız olduğuna inanıyorsanız bile geliniz önce siz tutumunuzu değiştiriniz. Açık sözlü ve
açık yürekli olunuz; daima doğruyu söyleyiniz ve yalnızca gerçeklere inanınız; çevrenizde ne kadar sevildiğinizi, ne kadar örnek alındığınızı ve sayenizde
insanların kısa zaman içinde ne kadar olumlu yönde değiştiğini göreceksiniz.
Toplum olarak içinde bocaladığımız sorunları genelde ahlâksızlığa bağlarız. Oysa ahlâksızlık, aslında hurafecilikten kaynaklanmaktadır. Sözde dürüstlük
çağrısında bulunan insanların neden kimseyi doğru yola çekemediklerinin sırrı da işte buradadır. Çünkü bu insanların bizzat kendileri hurafeci ve tabiatıyla
ahlâksızdırlar. Nitekim büyük ölçüde bu yüzdendir ki toplumumuz ıslah olamamakta, hatta ıslah olmayı adeta reddetmektedir.
Ahlâk çöküntüsü, son yıllarda bütün dünyada, özellikle Türkiye’de ürkütücü boyutlara ulaşmıştır. Bu yüzden insanlık adeta sonunu hazırlamakla meşguldür.
İnsanoğlu, uygarlıkta ulaştığı baş döndürücü başarılarıyla dünyayı cennete dönüştüreceği yerde tam tersine korkunç bir cehennem kurma hazırlığı içindedir.
Bunun temel nedeni hurafeciliktir. Çünkü insanlar selim bir mantığa önce hurafeler nedeniyle sahip olamamakta ve sonuç itibariyle ahlâksızlaşmaktadırlar.
Ahlâksızlığı körükleyen -temeli hurafeye dayalı- önemli nedenler vardır. Özellikle bu nokta üzerinde durmak gerekir. Bu nedenleri saptamak, onları ortadan
kaldırmak ve toplumu ıslah etmek amacıyla çok yönlü çabalar harcamak için eğitimciler, bilim adamları, sosyologlar ve tüm aydınlar büyük bir sorumluluk
taşımaktadırlar.
Üzerinde durulması gereken çok önemli bir nokta da şudur: Ahlâksızlığı körükleyen nedenler, birbirini doğuran tehlikeli iki akım ve anlayıştan kaynaklanmaktadır.
Bu tehlikeli akımların birinci grubu mistik ve ideolojik felsefelerdir; ikinci grubu ise bu felsefelerin körüklediği çıkarcılık ve çeşitli psikolojik komplekslerdir.
Evet hiç kuşku duymamak gerekir ki bencilliğin, çıkarcılığın ve ünlenme hastalığının temel kaynakları işte bunlardır. İnsanları karşıt kamplara bölen,
onları birbirine düşüren, savaşların patlak vermesine ve kanların oluk gibi akmasına yol açan nedenler bunlardır. Yani kısaca kavga dediğimiz büyük ahlâksızlığın
temelinde daima mistik ve ideolojik ihtilaflar vardır. Ondan sonra da bencillik, çıkarcılık ve ünlenme kompleksi vardır; ikisinin de kaynağı mitolojidir,
efsanedir, hurafedir… Bu kavgalar ve uzlaşmazlıklar sürdüğü müddetçe de insanlar birbirlerine karşı dürüst davranamazlar. Dolayısıyla dürüstlüğün, şeffaflığın
ve içtenliğin önündeki temel engelleri böylece saptamış bulunuyoruz.
Bu önemli tespitten sonra yapılması gereken bir uyarıyı -yeri gelmişken- ihmal etmemeliyiz ki o da şudur:
Mistik ve ideolojik felsefelere karşı çok dikkatlı olmalıyız. Onları birer gönül ve vicdan meselesi olarak asla görmemeliyiz. Siyonizmden Satanizme, Bahailikten
Nurculuğa, Kadyanilikten Nakşibendiliğe, misyonerlikten Moonculuğa, Panteizmden Milli Türk Dini’ne kadar bir yığın tehlikeli akımın insanlığı ne büyük
felaketlere sürükleyebileceğini her an düşünmeliyiz. Bu akımları araştırıp onların iç yüzünü ve karanlık amaçlarını ortalığa sermeliyiz. Rüştüne henüz
ermemiş olan sürülerin bu tuzaklara düşmesine, bu akımlar yüzünden canavarlaşmış olan ahlaksızlığa kurban gitmelerine karşı ancak işte bu şekilde direnebiliriz;
şeffaflığın, dürüstlüğün ve içtenliğin yeniden yeşermesine de bu suretle hizmet edebiliriz.
Hiçbir zaman kuşku duymayınız ki hileler süslüdür. Hiçbir hile, tehlikeli olduğunu önceden ilân etmez. Onun için hile aynen sahte bir hilye (süs eşyası,
takı) gibidir. Hileye başvurulan yerde ise şeffaflık, dürüstlük ve içtenlikten söz edilemez. En tehlikeli hileler ise mistik ve ideolojik düşüncelerden
beslenirler. Dolayısıyla en büyük hilebazlar da -mistik akımlara öncülük etmiş olan- tarikat şeyhleri ile -ideolojik felsefelerle haşır neşir olan- politikacılar
arasından sivrilmişlerdir. Günümüzde bir ilâhiyat profesörünün ekranlardan yıllardır insanlara sözde ahlâk dersi verirken birden bire siyasi partilerden
birine gidip kuyruk olması, bu gerçeğin yüzlerce önemli kanıtlarından sadece biridir.
Dürüstlük meşalesini, her yandığında söndürmeye çalışan mistisizm (yani tasavvuf), kuluçkaya yattığı binlerce yıl öncesinden şimdiye dek sayılamayacak kadar
din, mezhep, tarikat ve yer altı örgütü üretmiştir. İdeoloji de aynı sonuçları vermiştir. Bu akımlar da insanları karşıt kamplara bölmüş, birlik ve beraberliklerini
bozmuş, şeffaflığın, dürüstlüğün ve içtenliğin kökünü kazımıştır. İnsanlık tarihini baştan günümüze kadar kızıl kanlara boyayan temel sebepler, işte bu
iki şeydir. Onun için sağduyulu insanlar (özelikle ilim adamları) mistisizm kavramını çok yönlü ve çok boyutlu olarak irdelemeli; ondan peydahlanmış olan
örneğin; Siyonizm, Masonluk, Bektaşilik, Dürzülük, İsmailîlik, Nusayrîlik, Kadyanîlik, Bahaîlik, Yezidîlik, Satanizm, Nakşibendîlik, Mevlevîlik, kadirîlik,
Rufaîlik, Nurculuk Aczmendîlik ve Moon Tarikatı gibi akımların karanlık yüzünü ortaya çıkarmalıdırlar.
Keza günümüzde birer din niteliğini kazanmış bulunan ideolojik akımların da karanlık amaçları ortaya çıkarılmalıdır. Örneğin; Darvinizm, pozitivizm, sosyalızm,
kapıtalizm, liberalizm, post-modernizm, hümanizm, globalizm, feminizm, laikçilik ve Türk köktenputçuluğu gibi tehlikeli akımların korkunç amaçları deşifre
edilmeli, insanlık bu konuda el ele çalışmalıdır. Hiç kuşku duymamak gerekir ki bugün dünyayı cehenneme çevirmek isteyen süper güce sahip odaklar, amaçlarını
gerçekleştirmek için işte bu akım ve örgütleri kullanmaktadırlar. Ve yine hiç kuşku duymamak gerekir ki bugün dünyayı ve insanlığı tehdit eden tehlikelerin
kaynağı, yukarıdan beri üzerinde durulan tasavvuf ve ideolojidir.
Özellikle Türkiye, bu iki felsefeden türeyen yüzlerce yer altı ve yerüstü örgütlerin savaş alanı haline gelmiştir. Şeffaflığın, dürüstlüğün ve içtenliğin
kökünü kurutan, ahlâksızlığı bu ülkede canavarlaştıran mistik ve ideolojik tehlikelere karşı toplum eğer çok acil bir şekilde örgütlenip direnmezse önümüzdeki
30 yıl içinde Ülkemizde tahmin edilemeyecek kargaşalara ve yıkımlara çocuklarımız tanık olacaklardır. Belki de onların çoğu bu yıkımlara kurban gideceklerdir.
Bu bir kehanet değildir. Görünen köye kılavuz istemez. Bu gerçeği örtmeye çalışanlar, ne kadar çaba harcasalar bile bütün emareleri meydandadır. Ancak doğrusunu
söylemek gerekirse mistisizme ve ideolojiye karsı savaşmak hiç de kolay değildir. Çünkü bu iki felsefeye kapılmış olan kitleler çok büyük güce (devlet
gücüne) sahiptirler. Dolayısıyla onlara karşı gelmek, daima devlete karşı gelmek gibi yorumlanacak ve en ağır biçimde cezalandırılacaktır!!! Mistik örgütler
suikastlarla, ideolojik örgütler ise gerek sığ devleti, gerekse derin devleti devreye sokarak karşıtlarını tasfiye etmeye çalışacaklardır.
İşte bu korku iledir ki bugün Türkiye’de binlerce ilim adamı ve aydın arasından biri çıkıp ne tarikatların, ne de Türk köktenputçuluğunun tehlikeleri ve
karanlık amaçları hakkında tek kelime bile söyleme cesaretini gösterememektedir. Ne var ki sorunlar susmakla çözümlenemez. Bu gemiyi delmeye çalışan milyonlarca
tarikatçının ve köktenputçunun en azından hızını kesmek için eğer bir avuç evrensel düşünen aydın insan harekete geçmeyecek olursa hepimizin yakın gelecekte
batacağından hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır! Böylece bu topraklarda şeffaflıktan, dürüstlükten ve içtenlikten de artık hiç kimse söz edemeyecektir. Bu
sonuçtan ise sadece Selanik Yahudileri kârlı çıkacaklardır.
Ferit AYDIN