KAPLUMBAĞALAR UÇAR MI?
Göl kenarında yaşayan bir kaplumbağa heves etmiş uçmaya. Kanatları yokmuş üstelik kendi taş misali ağırmış ama bunlar engel olmamış bu tutkuyu duymasına. Hayran olmuş kuşlara, gözleri görmüş ağzı açık kalmış onlara baktıkça. Biri kuş biri kaplumbağa olsa da öğrenmişler aynı dili konuşmayı. Anlatmış kaplumbağa meramını “uçmak istiyorum, uçmak. Uçarak varmak istiyorum karşı kıyıya” “Uçabilirsin demiş” kuşlar uzatmışlar bir dal parçasını ona. Dişlemiş kaplumbağa dal parçasını, uçmuş, uçmuş, uçmuş. Kesilmiş ayakları yerden, yüreği ağzına gelmiş, gözbebekleri fırlamış yuvasından. Kaplumbağa korkmuş yukarılardan, heyecanlanmış. Gözlerini kapamış ağzını açmış. Göle düşmüş kaplumbağa. Geri dönmüş kendi yavaş imkânsız hayatına…
Sekiz yıl topla tüfekle savaşmış İran ile Irak. Acıdan, gözyaşından başka bir şey geçmemiş ellerine. Biri Farsça biri Arapça konuşuyormuş. Ondan belki anlamamışlar birbirlerini. Sonra ortak bir dil bulmuşlar anlatmışlar dertlerini. “Kaplumbağalar da uçar” çıkmış ortaya.
Bahman Ghobadi savaşı kanıksayan, çiçek toplar gibi mayın toplayan çocukların gündeliğini anlatmış. Büyüklerin dünyasında, büyüklerin çekişmelerinin arasında kalmış küçücük yürekleri, küçücük bedenleri…
“Uydu” lakaplı çocuk köyleri geziyor, lakabını aldığı uyduları kuruyor. Çat pat İngilizcesiyle çeviriler yapıyor. Kendi gibi birçok çocuğa önderlik ediyor. Topladıkları mayınları satıyor çocuklar. “İş” kazaları oluyor tabii, kollar, bacaklar, gözler gidiyor bu uğurda. Sağlamsa dişleri kavrıyorlar mayınların pimini. Savaşın gerçekliğinde, yokluğun varlığında aşk da filizleniyor. Aşk sen de olmasan nasıl yaşanır böyle bir dünyada?
Kırmızı balığı bulsalardı suda, güzel günler, mutlu yarınlar gelir miydi acaba?
Kolsuz çocuk görüyor geleceği, biliyor olacakları ama görmesi, bilmesi olacaklara engel olmuyor. Yetmiyor gücü, yetişmiyor ayakları.
Agrin var bir de. Herkesin ancak ablası olur diye kardeşi sandığı bir çocuğun annesi. Kaplumbağanın kabuğu misali taşıyor küçük çocuğu sırtında. Savaşın kirliliği çocuk bedeninden bir çocuk daha yaptırıyor ona. Ona yük, ona ızdırap, ona çile… Canı pahasına kurtuluyor kabuğundan. Geride lastik pabuçları, kuş olup uçuyor Agrin. Anlıyoruz ki o an kaplumbağalar da uçar…
Süsem Aslan