Cumhuriyet Türkiye’sine Bir Bakış

CUMHURİYET TÜRKİYE’SİNE BİR BAKIŞ

Yirminci yüzyılın başında, hattâ Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda, Türkiye’nin bir ucundan öteki ucuna, tarımda karasaban dönemi yaşanıyordu; Türkiyede traktör, İlaçlama âleti, ziraî ilâç, kimyevî gübre üretilmiyordu; köylümüz bunları kullanmayı bilmiyordu. Tarım teknolojisi bin yıl öncekinden pek farklı sayılmazdı. Cumhuriyet döneminde, nüfusumuz 10 milyon civarından 50 milyonun üstüne yükseldiği halde, Türkiye halkı 1923’tekinden daha iyi besleniyorsa, bunu bilim ve teknolojideki ilerlemelere ve artan üretim gücüne borçluyuz. Cumhuriyetten bu yana nüfusu beş katına yakın artış gösteren Türkiye’nin, bu süre içinde, buğday üretimini sekiz katına yakın arttırabilmesi (ve başka tarımsal üretim alanlarında ayni gelişmelerin görülmesi) sayesindedir ki, Türkiye bugün kendi nüfusunu besleyebilecek sayılı dünya ülkeleri arasında bulunmaktadır.

Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu günlerde, ülkede sanayi teknolojisi Batı Avrupa’nın XIX. yüzyılın başında ulaştığı teknolojiden bile geri idi. 1915 yılına ait istatistik bilgilerine göre, elektrik gücü kullanan tesisler son derecede azdı ve bunlara sadece bir iki şehirde rastlanabilirdi. Ülke, elektrik çağ! şöyle dursun, buhar çağına bile tam olarak geçmiş sayılmazdı. Dereler üzerinde kurulup su gücü ile dönen basit değirmenler, sanayi sektörünün önemli bir kesimini oluşturuyordu. Çeşitli üretim kollarında, işyeri başına düşen ortalama işçi sayısı 2 veya 3’ten ibaretti. Hiçbir faaliyet kolunda ortalama işçi sayısı 5’in üstüne çıkmıyordu, iş yerleri, genellikle, “küçük zanaat” kategorisine giren atölyelerden ibaretti. Üstelik, irili ufaklı bu iş yerlerinin üçte ikiden fazlası Türk’lerin mülkiyetinde değildi. Yurt içi pamuklu dokuma tüketiminin yüzde 2’si yerli fabrika, yüzde 23’ü el tezgâhları ve yüzde 75’i ithal ürünleriyle karşılanıyordu. İthal edilen pamuklu dokuma ürünleri, yerli fabrika üretiminin 38 katı civarında idi. İleri Avrupa teknolojisi, Anadolu’un el dokumacılığını da yavaş yavaş yok ediyordu. Türkiye pamuk üretimine elverişli bir ülkedir. Fakat Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda, insanımızın doğduğu zaman sarıldığı, yaşadığı sürece giydiği ve öldüğü zaman kefenlendiği bezlerin çoğu Türkiye’de üretilmiyordu. Kaput bezi, Anadolu’nun pazar yerlerinde “Amerikan bezi” diye satılıyordu. Birçok yurttaş için, sırtına mintan, ölüsüne kefen bezi bulmak büyük sorundu. Atatürk’ün Sümerbank bez fabrikalarıyîa başlattığı Türk dokuma ve konfeksiyon sanayii, bugün kaliteli ürünleriyle, Türk müteşebbislerinin, teknik elemanlarının ve işçilerinin başarılı çalışmalarıyla, Avrupa ve Amerika pazarlarında rahatça rekabet edebilir hale gelmiştir. Dönüm başına elde edilen pamuk miktarındaki büyük artış da, tarım teknolojisinde ve sulamadaki ilerlemenin sonucudur.




1920’lerin Türkiyesinde, şeker üretecek bir tek fabrika yoktu. İklim sarfları şeker pancarı üretimine elverişli olan Türkiye, şekerini Rusya’dan, Orta Avrupa’dan getirirdi. Bugün, Türk köylüsü şeker pancarı üretiminde, dönüm başına sağlanan verim bakımından dünyanın en ileri ülkeleri düzeyine erişebilmiştir; bugün ülkemizde yalnız şeker pancarı ve şeker değil, bir şeker fabrikasını kurabilmek için gerekli olan makina ve cihazlar da üretilmektedir.

Cumhuriyet döneminin başlarında, köylümüz, kullandığı kazmanın, küreğin sapını ağaçlardan kesip yontar, fakat bunların ucuna takacağı çok basit bir çelik parçası için yabancı ülkelerin mamullerini arardı. Bundan otuz yıl önce bile, Türkiye’de traktör sayısı yok denecek kadar azdı. Ülkemizde traktör, kamyon, otomobil, otobüs üretilmesi şöyle dursun, bu araçların en basit parçalan bile yapılamıyordu. Kısa bir süre öncesine kadar tarlalarına traktör girmeyen Türkiye, bugün -teknoloji transferi yoluyla da olsa- ihtiyacı bulunan traktörleri büyük ölçüde yurt içinde üretebilmektedir. Kamyon ve otomobil yapabilen, bazı Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerine motorlu araçlar ihraç edebilen Türkiye, arîtk yirminci yüzyılın başındaki, hattâ ortalarındaki Türkiye değildir.

Bugün, büyük kapasitede üç ve orta boyda birçok demir-çelik tesisine sahip olan Türkiye, artık demiryollarının yalnız raylarını değil, vagonlarını, hattâ lokomotif-lerini üretebilecek düzeye gelmiştir. Kimyevî gübre, petro-kimya sanayilerini kurmuştur.
1923’te, hattâ daha sonraları, bir torba çimento, basit bir musluk veya birkaç metre su borusu bile imâl edemeyen Türkiye, bugün her çeşit inşaat malzemesini üretmekte, bir kısım ürünlerini yurt dışına satabilmektedir. Bir torba çimento yapamadığı için çimentoyu İngiltere’den, fayansı ispanya’dan, bir tabaka cam üretemediği için pencere camını çeşitli Avrupa ülkelerinden getiren Türkiye, bugün, çimentoyu da, fayansı da ihraç eden, ürettiği camları Avrupa ve Amerika’da pazarlayabilen bir ülke haline gelmiştir. 1923’te bir devlet binası, bir hastahane inşa edilirken, yalnız demiri, çimentoyu, sıhhî tesisat malzemesini, boyayı, kiremiti vb. değil, mühendisi, ustayı ve kalifiye işçiyi bile dışardan getirmeğe mecbur olan Türkiye, bugün dış ülkelerde büyük bayındırlık işlerinin, dev inşaatların yapımını yüklenebilmededir.
Öğrencilerin elindeki basit bir kurşunkalemi, silgiyi, kitap ve defter kâğıdını üretemeyen; yalnız dikiş makinasını değil, dikiş ipliğini bile yapamayan; sofradaki bardağı, tabağı, çay-kahve fincanını bile dışardan almağa mecbur olan Türkiye artık geçmişte kalmıştır.
Cumhuriyet kurulduğunda elektrik üretimi sıfıra yakın olan; bir tek köyünde bile elektrik bulunmayan; hattâ iki veya üçü hariç, bütün il merkezleri elektriksiz olan Türkiye, bugün bütün illerini enterkonekte elektrik şebekesine bağlayabilmiş, bütün ilçelerini elektriğe kavuşturmuş; hattâ illerinin bir çoğunda elektriksiz köy bırakmamıştır. Türkiye’nin her köşesini elektrik enerjisine kavuşturma yolunda büyük mesafe alınmıştır.
Sadece, bazı alanlardan birkaç örneğini verdiğimiz ve saymakla bitmeyecek olan bütün bu ilerlemeler yeterli midir? Kesinlikle hayır!…

Cumhuriyet dönemine girerken Türkiyenin hareket noktası çok gerilerde idi. Bilim, teknoloji ve eğitim alanında, ileri ülkelerle aramızda büyük bir uçurum vardı. Bilim, teknoloji ve çağdaşlaşma hamlesine 1632′ de tahta geçen Birinci Petro ile başlayan Rusya, hatta Osmanlı devletinden ayrılan Balkan ülkeleri bile, bu alanlarda Osmanlı devleti ile kıyaslanamayacak kadar ilerde idiler.
Çağdaşlaşma hamlesine 1860’larda başlayan Japonya, Osmanlı devletinden farklı olarak, millî bütünlüğe sahip bir ülke idi; çağdaşlaşma atılımını başlattığı sırada parçalanma değil, yükselme yolunda bulunuyordu; istilâ tehditlerinden uzaktı. Tarih boyunca, dünyada, yabancı istilâsına ve hırsına en çok hedef olan bölge Osmanlı devletinin bulunduğu bölge iken, Japonya, çağlar boyunca dünyanın en az istilâ görmüş köşesinde yer almıştı. Resmî bir devlet dininin bulunmayışı, dinin devlet işlerine karışmaması ve çağdaşlaşmaya en küçük ölçüde karşı c’ıkmaması, Japonya’nın bir başka özelliği idi. Belki de en önemli fark olarak Japonya, daha 1918 de öğrenim çağındaki çocukların % 98’ini okula kavuşturmuş bulunuyordu. Halbuki, 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti, çocuklarının % 90’ı okuldan yoksun bir ülke devralmıştı; Üsteliki eğitimden yararlanır gibi görünen çok sınırlı sayıdaki evlâtlarımızın büyük çoğunluğu da, çağdaş bilim ve eğitimle hiç ilgisi olmayan medreselere deyam eder durumda idiler. Aşağıda göreceğimiz üzere, Cumhuriyet kurulduğunda, her alanda olduğu gibi eğitim alanında da hareket noktası çok gerilerde idi. Düşününüz ki, bütün
Türkiye’de liselerin dokuzuncu, onuncu, onbirinci ısınıflarında okuyan öğrencilerin sayısı sadeee 1247’den ibaretti… Hiçbir alanda yeterli sayıda yetişmiş eleman yoktu. 1911 Trablus ve 1912’deki Büyük Zafer’e kadar, Türk Milleti, üç ayrı kıt’ada ve pek çok cephede âdeta aralıksız savaşmağa mecbur kalmıştı. Cumhuriyet yönetimi, bir uçtan bir uca harap, insangücü kaynakları erimiş, üstelik Osmanlı döneminin dış borçlarının bir kısmını ödemeğe mecbur, yoksul ve bitkin bir ülke devralmıştı. Kurtuluş Savaşı destanı bu şartlar içinde yaratılmıştı. Türk Milleti,; bilim ve teknoloji atılımını da, bu güçlükler içinde başlatmağa mecburdu.

Bütün bu gerçekler ve güçlükler göz önünde tutulursa, Türkiyenin Cumhuriyet döneminde yaptığı atılımın önemi ye değeri daha iyi anlaşılır. Hareket noktasının ne olduğu iyi bilinirse, Türkiye Cumhuriyetinin sağladığı başarılar küçümsenemez. Ancak, Atatürk Türkiyesinin evlâtları, sağlanan başarıyı hiçbir şekilde yeterli göremezler. Önümüzde,aşılması gerekli çetin ve uzun yollar bulunduğunu da bilmelidirler. Atatürk’ün, daha Cumhuriyetin Onuncu yılında söylediği gibi “az zamanda çok ve büyük işler yaptık” diye sevinsek bile, hemen bu cümlenin ardından büyük önderin söylediği şu sözleri de hatirlamamız gerekir: “Fakat yaptıklarımızı asla yeterli görmeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak meeburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en bayındır ve en medenî ülkeleri seyiyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına
sahip kılacağız. Millî kültürümüzü çağdaş medeniyet seviyesinin
üstüne çıkaracağız… Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekîdir. Çünkü Türk milleti, millî birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meş’ale, müsbet ilimdir”. Bilim ve teknoloji yarışının hızlanarak sürüp gittiği dünyamızda, Atatürk’ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençlere düşen görev bu bilim meş’alesine sahip çıkmaktır.

Hiç şüphe yok ki, Cumhuriyet gençliği, Atatürkün ne derecede elverişsiz şartlar içinde ne kadar büyük güçlükleri aştığını hatırlayarak, onun engin yurtseverliğinden ve aydınlık düşüncelerinden ilham alarak, çağdaş bilim ve teknolojiye egemen olacak, en çetin güçlükleri yenecektir.

Turhan Feyzioğlu
Atatürk Araştırma Merkezi ÜyesiATATÜRK VE CUMHURİYET EĞİTİMİ

Yorumunuzu Yazınız

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir