TÜRKOLOJİ TARİHİNDE 1926 BAKÛ TÜRKİYAT KONGRESİ

Türklük Biliminin Tarihçesi

Türkiye’de Türkoloji, akademik kurumlarda değil, siyasî ve edebî muhitlerde doğmuştur3. Namık Kemal, Ahmet Vefik, Fuat Köprülü gibi aydınların hayat ve eserleri bunun kanıtıdır. Bizde Türkoloji, Mustafa Celâlettin’in 1869’da yayınlanan “Les turcs: anciens et modernos” adlı kıymetli eseriyle hızlı bir gelişim sürecine girmiştir. Fakat bu eser, Avrupa’da ve Osmanlı’da Türkoloji bilgisinin gelişiminin bir ürünüdür. Çünkü Türkoloji çalışmaları, XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren ilk önemli ürünlerini vermişse de, bu konudaki kayda değer tetkikler Kırım Savaşı’ndan sonraki yıllarda ortaya konulmuştur. Bununla birlikte, Türk Tarihi araştırmaları Sinoloji tetkikatıyla birlikte başlamıştır; “çünkü Türk tarihini Çin tarihile karışmış bir halde bulmaktayız.”4 Kısacası, Türkoloji çalışmaları Oryantalist araştırmaların gelişmesi sonucunda ortaya çıkmıştır.
Tarihsel kaynaklar, Oryantalizmin kolonyalist, Türkolojinin ise emperyalist aşamada doğduğunu bildiriyor. Bunun en somut örneğini, Arminius Vámbéry’nin İngiliz emperyalizmi hesabına faaliyetinde görmek mümkündür. Rusya kolonyalizmi Türkofon kavimlerin yaşadığı bölgelere yayıldıkça, başta İngiltere ve Fransa’nın Ruslara yanıtı, Turancı akımları güçlendirmek ve Türkolojiyi kurmaya yönelmek olmuştur. Ancak Macarların Türklerle tarihsel bakımdan karındaş olmaları, Türklük bilimi araştırmalarını heyecanlı bir bilimsel alanda tutmaya yetmiştir. Bu noktada Macar ve Türk Türkologlarını birleştiren ortak kavram ve ideal “Turan” olmuştur5. Çünkü Turan, kökenler ve göçler konusuyla, dolayısıyla Türklük bilimiyle doğrudan ilgilidir. Dolayısıyla, Türkoloji araştırmalarında Batılı Türkologların önemli yeri olmakla birlikte, Ruslar ve Macarlar da mühim katkılarda bulunmuştur.
Türkoloji, XVII. yüzyılda Cizvit papazlarının başlattığı Sinoloji çalışmalarının bir şubesi olarak gelişmiş, sonra bağımsız bir inceleme hâline gelmiştir. Sinoloji çalışmaları, Orta Asya Türkleri ve onların tarihiyle ilgili tarihsel bilgilerin ortaya çıkmasını, dolayısıyla Türkolojinin gelişimini sağlamıştır. Fransız Sinoloğu De Guignes (1721-1800), XVIII. yüzyılın ortalarında eski Türklerle ilgili ilk eseri yayınlamıştır. Türkoloji, önce Fransa’da, sonra diğer Avrupa ülkelerinde gelişmiş ve XIX. yüzyılda Oryantalizm araştırmalarının bir şubesi olarak bağımsız bir araştırma alanı olmuştur. Fransızlar, Oryantalizmin sistemli bir boyut kazanmasını da sağlamıştır. Napolyon Bonaparte, 1798 Mısır seferine, görevleri “Mısır’ı daha önce hiç olmadığı bir biçimde gözlemlemek” olan bir bilim ekibini de dahil etmişti6. Bu ekibin gözlemleri, “Description de l’Egypte” başlıklı kitapta toplanmış ve Oryantalizm araştırmaları açısından çok önemli bir kaynak olmuştur.
Fransızlar, Oryantalizmin diğer ülkelerde gelişimine de katkılarda bulundular. Modern Oryantalizmin kurucusu sayılan Fransız bilgini Sylvestre de Sacy (1758-1838), diğer Batılı ülkelere, özelllikle Almanya’ya Oryantalistler yetiştirmekle kalmamış, yarattığı bilimsel gelenekle sonraki Oryantalist araştırmaları derinden etkilemiştir. Örneğin, zamanının en büyük Alman Oryantalisti sayılan Henrich Fleischer (1801-1888) Sacy’nin talebesidir. Fleischer ise Leipzig’de uzun yıllar büyük Oryantalisler yetiştirmiştir. Martin Hardtmann, Friedrich Behrnauer ile Alman Türkolojisinin kurucusu sayılan Georg Jacob bunlar arasındadır. Bununla birlikte, “Geleneksel Türkoloji”nin merkezinin Almanya, “Bilimsel Türkoloji”nin kurucusunun ise Alman kökenli Rus Türkoloğu Wilhelm Radloff (1837-1918) olduğu varsayılır7. Bu noktada Türkoloji-Oryantalizm bağlantısını irdelemek gereklidir.
Fuat Köprülü’ye göre, “Türkiyat, Türklük’ün bütün şubelerine aid her nevi marifet şubelerini ihtiva etmek itibariyle, çok geniş, çok şümûllüdür. Tarihin bilumûm şubeleri, lisan ve edebiyat, arkeoloji, etnografi, hulâsa Türk milletinin maddî ve manevî hayatından bahs etmek, yani Türklere aid olmak şartiyle muhtelif marifet şubeleri, bu ‘Türkiyat’ tabiri altında toplanabilir”8. Bu tanım romantik milliyetçilik düşüncesinin ulusal tarihçilik üzerindeki etkilerini yansıtmaktadır. Günümüzde ise, Hasan Eren’in tanımıyla ifade edersek, “Türklerle ve özellikle Türk diliyle uğraşan bilim koluna” Türkoloji denilir9. Biz burada dilden ziyade tarihe öncelik verdik. Çünkü, Türklük araştırmalarında tarihin merkezî bir önemi vardır ve bu araştırmalar arkeoloji, antropoloji, etnoloji gibi ilimlerle daha da derinleştirilmektedir. Dolayısıyla, Türkoloji araştırmaları hususunda Türk Tarihi incelemeleri başat konumdadır.
XIX. yüzyılda Oryantalizm, “bir yandan Avrupa’nın sömürge siyasetinin gelişmesi, öte yandan bu dönemde bilimsel düşüncenin –doğa bilimlerinden ziyade beşerî bilimlerin- elde ettiği başarılar sayesinde gelişmişti.”10 Aynı yüzyılın başlarında Batılı ülkelerde, Doğu araştırmaları yapmak amacıyla pek çok bilimsel dernek kurulduğunu görüyoruz. İngiliz Krallık Asya Cemiyeti (1815), Fransız Asya Cemiyeti (1822), Alman Şark Ülkeleri Cemiyeti (1837) bu yolda ilk adımlardır. Yüzyılın ikinci yarısında diğer Avrupa ülkelerinde de benzeri dernekler kurulmuştur. 1873’den itibaren ise belirli aralıklarla Uluslararası Oryantalistler Kongresi toplanmıştır. Fakat 1973’te Paris’te toplanan 29. Uluslararası Oryantalistler Kongresi’nde “Oryantalist” terimi resmen bırakılmıştır11.
Türk dilinin akademik kurumlarda okutulması, gerek Türkoloji araştırmalarının gelişmesi, gerekse yetkin Türkologların yetişmesi açısından önemli bir aşama olmuştur. Türk dili, ilk kez Budapeşte Üniversitesi’nde Jean Repicsity tarafından okutulmaya başlamıştır. İlk Türkoloji kürsüsü de 1870’de Macaristan’da kurulmuştur. Macaristan’da Türkolojinin Macarların ulusal kimliklerini yoğun bir şekilde araştırmaya giriştikleri dönemde kurulmuş olması12 dikkat çekicidir. Macarların, kendi lisan ve tarihlerinin Doğulu kökenlerine gösterdikleri ilgi önemli araştırmalara yol açmıştır. Macarlar, Macarca ile Türk dilleri arasındaki genetik bağları ve geçmişin anıtlarını incelemek amacıyla, Türklerin yaşadıkları bölgelere inceleme gezileri düzenlemişler, arkeolojik kazılar yapmışlar ve Macarların kökenleri ve medeniyet düzeyleri konularında önemli eserler vermişlerdir13.
Bizde ise kurumsal anlamda ilk Türkiyat araştırmaları İkinci Meşrutiyetin dönemiyle birlikte oluşmaya başlamıştır. Bu dönemde, Aralık 1908’de İstanbul’da kurulan Türk Derneği’nin amacı, “Türk diye anılan bütün kavimlerin mâzi ve hâldeki âsâr, ef’âl, ahvâl ve muhitini öğrenmeye ve öğretmeye çalışmak, yani Türklerin âsâr-ı atîkasını, tarihini, lisanlarını, avâm ve havâs edebiyatını, etnografya ve etnolojiyasını, ahvâl-i içtimâiyesi ve medeniyet-i hâzıralarını, Türk memleketlerinin eski ve yeni coğrafyasını araştırıp taraştırıp ortaya çıkararak bütün dünyaya yayıp dağıtmak ve dilimizin geniş ve medeniyete elverişli bir dereceye gelmesine çalışmak ve imlâsını ona göre tetkik etmek” şeklinde açıklanmıştı14.
Rusçuk, İzmir, Kastamonu ve Budapeşte’de birer şubesi de açılan Türk Derneği, aynı adlı dergisinde Orta Asya’daki kazı çalışmaları hakkında haberler vermiş ve arkeolojik araştırmaların Türk Tarihi incelemelerindeki önemine işaret etmiştir. Türk Derneği üyeleri arasında bulunan yerli ve yabancı Türkologlar ise şu isimlerden oluşuyordu: Necip Asım Yazıksız, Ahmet Midhat Efendi, Veled Çelebi İzbudak, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Mehmet Arif Bey, Bursalı Mehmet Tahir, Vlademir Gordlevski, Imre Karacsony, Ahmet Refik Altınay, Vasilij Vasiliyeviç Vodovozov15. Fakat bir süre sonra bazı üyeleri Türk Derneği’ni siyasete sürüklemek istemişlerdi. Bu nedenle Dernek dağılmak ve başka bir adla, Türk Bilgi Derneği adıyla faaliyetine devam etmek zorunda kalmıştır16.
Türk Derneği’ni 1913’te kurulan Türk Bilgi Derneği, bunu da 1915’te Darülfünûn bünyesinde kurulan Encümen-i Tedkîk izlemiştir. Daha çok Âsâr-ı İslâmiye ve Milliye Tedkîk Encümeni olarak bilinen Encümen-i Tedkîk, Mehmet Fuat Köprülü’nün öncülüğünde Türkiyat Encümeni adıyla kurulmak istenmiş, fakat dönemin siyasal iktidarı buna müsaade etmemişti. Darülfünûn bünyesinde 1924’te kurulan ve 1939’a kadar Köprülü’nün başkanlığında faaliyet gösteren Türkiyat Enstitüsü ise bu oluşumları bir potada toplama ve senteze ulaştırma açısından bu zincirin en önemli halkası olmuştur. Bu süreçte 1909’da kurulan Tarih-i Osmanî Encümeni’nin de önemli bir yeri vardır. Bu kurul, 1923’te Türk Tarih Encümeni adını almış, 1925’e kadar vakanüvis Abdurrrahman Şeref Efendi’nin idaresinde, 1925-1927 arasında Ahmet Refik Altınay’ın, sonra da Mehmet Fuat Köprülü’nün riyasetinde faaliyet göstermiştir17. Köprülü’nün, Türkiyat Enstitüsü’nün yanısıra Türk Tarih Encümeni başkanlığına getirilmesi, 1920’li yılları ortalarında Türkiye’de Türkiyat araştırmaları alanında ciddi bir atılım yapılmak istendiğine delâlettir.
Avrupa’da Türkoloji araştırmaları, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türkçülük hareketinin ve Türkçü tarih görüşünün oluşumu üzerinde önemli etkilerde bulunmuştur. Batılı Türkologların eserleri, aynı yüzyılın sonlarında Türkçü aydınları yoğun olarak etkilemeye başlamıştır. Türkçüler, özellikle Fransız ve Macar Türkologların eserlerinin etkisinde kalmışlardır. Bu süreçte Macaristan’da 1910 yılında Turan Cemiyeti kurulmuştu. Turan Cemiyeti’nin kurucuları arasında Sándor Marki, Arminius Vámbéry gibi Macar tarihçiler bulunuyordu. 1913’de “Turan” dergisini yayınlamaya başlayan Turan Cemiyeti’nin amacı, “Asya ve bizle (Macarlar) akraba Avrupa halklarının bilim, sanat ve ekonomilerini incelemek, onları yurt içinde ve yurt dışında tanıtmak, geliştirmeye yardımcı olmak”tır18.
Turan Cemiyeti, Osmanlı Türkleriyle, özellikle de Türk Ocakları çevresiyle yakın ilişkiler içindeydi.. Bu ilişkiler Cumhuriyet döneminde devam etmiştir. Osmanlı tarihçileri, uluslararası kongrelere de ilk kez İkinci Meşrutiyet döneminde katılmaya başladılar. Örneğin, 1916’da Berlin’de toplanan Türk Kavimleri Kongresi’ne Osmanlı Türkleri, bir Turan Heyeti ile katılmıştır. Bu heyette Hüseyinzâde Ali Turan ile birlikte Yusuf Akçura ve sair Turancı aydınlar bulunuyordu. Hüseyinzâde, Petersburg Üniversitesi’ndeki fizik öğrenimi sırasında Türkoloji bölümü derslerini de izlemiş eylemci bir Türkçüdür. Batılıların yayınladıkları bilimsel dergilerde makaleleri yayınlanan ilk Osmanlı aydını da Necip Asım Yazıksız’dır. Necip Asım, Gordlevsky’nin ifadesiyle, “uzun müddet vatandaşlarıyla Avrupa ilim âlemi arasında bağlantıyı sağlayan hemen yegâne Osmanlı âlimi”dir19. Macarların “Kelenti Szemle”, Fransızların “Journal Asiatique” dergilerinde N. Asım’ın makaleleri yayınlanmıştır. “Journal Asiatique”i çıkaran Asya Cemiyeti, N. Asım’ı 1895’te üyeleri arasına katmıştır.

1926 Bakû Türkiyat Kongresi

Yorumunuzu Yazınız

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir