TÜRKMEN İNANÇ ÖNDERİ ŞEYH HASAN

TÜRKMEN İNANÇ ÖNDERİ : ŞEYH HASAN
(SULTAN ONAR, OCAKLARI ve AŞİRETLERİ)
İsmail Onarlı
Bölüm – I

GİRİŞ

Orta-Asya’dan dalgalar halinde göç eden Türklerin; Anadolu’ya yerleşmelerinin, kan bağına dayanan aşiret, oymak, oba şeklinde ya da Şeyh, Dede, Baba, Derviş gibi inanç önderlerinin kurduğu zaviyelerin çevresinde köyler oluşturularak; göçerlikten kısmen yerleşik tarım toplumuna geçtiklerini tarihi kaynaklardan bilmekteyiz.

Yukarı Fırat Havzası’na yerleşen Bayat Boyu oymaklarınında obalar şeklinde köyler ve zaviyeler kurarak 12. yüz yılın sonlarına doğru yerleşik düzene geçerler.Bayat boyu beyi ve inanç önderi Sultan Onar diğer adıyla Şeyh Hasan’da aşiretiyle Orta-Asya’dan Anadolu’ya göç ederek; Malatya-Elazığ-Tunceli bölgesine ilk etapta yerleşir.Daha sonra Aşiret, Anadolu’ya yayılır.Yukarı Fırat Havzası Alevilerinin “kültürel – inançsal – toplumsal yaşam tarzı”nın özgün “KURUCU AİLE”si özelliğiyle “Şeyh Hasan Ocağı ve Aşireti” ni inceledik ve araştırdık.
Lucien FEBVRE tarih yazımına ilişkin, bulgu ve olguların değerlendirilmesi açısından şunları belirtmektedir:
“Kuşkusuz tarih yazılı belgelerle yapılır. Ama yazılı belge yoksa, onlarsız da yapılabilir ve yaplmalıdır… Sözlerle de tarih yapılabilir. Resimle de. Toprak parçasıyla da, çatı kiremitiyle de. Tarla biçimleri ve yaban otlarla da. Ay tutulmasıyla da, at yularıyla da… Bir sözcükle; insandan kalma olan, insana bağlı olan, insana yarayan, insanın dile getirdiği ve onun varlığını, uğraşlarını, zevklerini ve yaşam biçimlerini anlatan ne varsa, bunların hepsiyle tarih yapılabilir ve yapılmalıdır.”
Bizde, Febvre’nın bu bakış açısından hareketle, Alevi öğretisinin mürşidi ve topluluğunun askeri şefi Şeyh Hasan’ın ; mezartaşlarından söylencelerine, yapı sanat özelliklerinden deyişlerine değin vb.gibi bulgulardan çıkarsamalarla tarihsel altyapısını örgüleyerek ve belgelerle örtüştürmeye çalışarak tarih yazımı denemesini gerçekleştirdik.
Şeyh Hasan’ın türbesi Malatya’ın ilçesi Arapgir’e bağlı 11 Km. uzaklıktaki Onar Köyü’dedir. Arapgir’in toprakları; doğuda Elazığ’ın Keban ve Baskil,Ağın; batıda Sivas’ın Divriği, kuzeyde Erzincan’ın Kemaliye, güneyde Arguvan ilçeleriyle çevrili olup; Malatya ve Elazığ merkezlerine 115 Km. cıvarında bir mesafededir.
Şeyh Hasan’ın türbesini ve dergâhını; Türk töresi gereği soyundan geldiğimiz atamıza saygımızıdan, onu İslam motifleri ile kuysiyet kazandırarak bugüne getirdik. Dedemizin türbesi; mutlu günlerimizde üzerinde kurban keser lokma dağıtır, acili günlerimizde yardım diler ve onun kutsallığına sığınırdık. Şeyh Hasan’ın gerçek kişiliğiniyle kimse ilgilenmezdi. Sadece o bizim atamız, kerametleriyle tanıdığımız evliyamızdı; kuru bastonunu kepir toprağa sokunca yeşerip “Sakiz Baba” oluşmuş, tekme vurunca su çıkmış “Pınar” olmuş, tekkesini kurarken ağaç aramaya çıkmış bir koca kiraz ağacı, köküyle göceğiyle kendiliğinden düşüp peşine Arapgir’den Onar Köyü’ne gelmiş. Bir tas çorba ve bir torba arpayla; Sultan Alaeddin’in üç bin atlı ve üçbin yaya askerini atlarıyla birlikte doyurmuş… Bu ve benzeri kerematlerinden ötürü, Şeyh Hasan’ın “malikhânesine ve divanı”na “Büyük Ocak” adı verilerek kutsanmış ve 800 yıl “Cemevi” olarak günümüze değin korunarak yaşatılmıştır.
İslam öncesi ve sonrası Orta-Asya Türk topluluklarında “Ateş” ve “Ocak” kutsal kabul edilirdi. (1) Yerleşik düzen sonrası da evdeki ateş yakılan ocak da kutsanmıştır.Küre de tabir edilen ateş yakılan yere niyaz edilir hale dönüşmüştür.Ocak’da yanan ateş söndürülmeyerek üstü külle öltülür. Cuma akşamları ise; ocak başında Kur’an ve gülbank okunur, uğrular için ateşe üzerlik otu ve tuz atılır, ocağın davlunbaz üstünde ki çıralığa mum yakılarak sabaha dek söndürülmez. Yine bu akşam helva, çörek, bicik, sırın, arabaşı, kömbe, balör gibi yiyecekler hazırlarak topluca dualar eşliğinde “ocakbaşı”nda yenir, şerbetler içilir. İşte, Büyük Ocak denile Şeyh Hasan’ın konutu ve dergahıda bu nedenle koruna gelmiştir.
Antik Anadolu uygarlıklarında da “Ocak Kültü” geleneği vardır. Ocak kutsanarak, kurbanlar kesilmekte ve çeşitli adaklar sunulmaktadır. (2)
8.Yüz yıldan itibaren çeşitli bölgelerde ve değişik adlar altında Ortodoks İslama (Sünnilik ve Şiilik) karşı Heterodoks İslami hareketler ve bunların düşünsel türevleri gelişti ki; bu tasavvufi öğretilerin hepsi Alevilik ve onun versiyonlarıdır. Orta-Asya ve Antik-Anadolu; kültür ve kültlerini eklemleyen Türkmen Alevi toplumu, ocak kültü geleneğini de özümseyerek kendi töresinin kurali haline getirmişlerdir. (3)
Ocak Kültü geleneğini daha da ileri bir üst düzeye getirerek; dini bir veçhe kazandıran Alevi Toplumu; dini önderleri Dede ve Baba evlerini “OCAK” kabul edip kutsayarak İslami daire içine almışlardır. Binlerce yıllık tarihin derinliklerinden gelen bu inanç; “Dede Ocakları” şeklinde kurumlaşarak, 9. yüzyılda filizlenmeye başlanmiş ve 13.yüzyılda coğrafi olarak yaygınlaşarak; “Ocakzade Dede ve Baba”nın adıyla anılan Cemevi, tekke ve zaviye şekline dönüşmüştür.
Ocakların tarihi gelişim içinde görevleri şunlar olmuştur: Halkin sosyo- ekonomik yardımlaşma ve dayanışmasını sağlamıştır. Misafirhâne olarak; yolculara, konuklara, kervancılara barınma, yeme, içme gibi hizmetler sunmuştur. Mahalli eğitim ve öğretim kurumu işlevini görmüştür. Edebiyat, musiki, kültürel faaliyetler yürütmüştür.El sanatları ve çeşitli zanaatların gelişimine ön ayak olmuştur.Tarımsal üretim ve sağlık merkezleri olmuşlardır. Devrin siyasi, içtimai, ticari hayatına yön vermiştir. Mürşid-Pir-Rehber-Talip teşkilatlanmasıyla tasavvufi öğretiyi yaşama geçirerek, bağlıları muhibban zümreler arasında sevgi ve davranış birlikteliği sağlayarak milli, dini ve dil birliğini gerçekleştirmiştir. Ocağa bağlı zümreleri ve dervişleri cihat şuuruyla yetiştirerek Selçuklu ya da Osmanlı ordularıyla birlikte seferlere, akınlara, fetihlere gönderen: Sevk eden merkezler olmuşlardır…
Ocaklar maddi yaşamlarını nasıl sağlıyorlardı? Bu sorunun iki yanıtı bulunmaktadır:
İlki; her Ocağa bağlı talip ve muhiplerin yardımları ve yıllık verdıklerı “Hakk’ullah-Çerâğ Hakkı” akçesi ve ayni ödentilerle yaşamını sürdürmekteydiler.İkincisi; Devletin verdiği toprak üretiminden elde edilen gelirlerle ocağın idamesi sağlanıyordu. Belli zamanlarda özelliklede seferi durumda devlet destek almak amacıyla dergahlara nakdi yardımlar yapmaktaydı.
Gerek Selçuklu gerekse Osmanlı Devleti’nce Aşiret Beyleri ile “Kolonizatör Türk Dervişleri”ne verilen topraklar “malikhâne-vakıf”şeklinde olabiliyordu. ”Yurtluk ve Ocaklık” denilen bu uygulama; fetihlerde bölgedeki irsi beylere geçimleri ve geleneklerini sürdürmeleri için, ayrıca devlete bağlılıklarını sürekli kılabilmek için bırakılan toprak gelirleridir. Yurtluktan farklı olan “Ocaklık”; soy sürmesine karşın, arazileri, toprağı satamaz ve devredemezdi. “İlâ-nihayet” toprak o soylunun zürriyetine aitti. (4 a.b)
Şeyh Hasan ve Zaviyesi’ne, Selçuklu Sultanı I.Alaaddin Keykubat; “Onar” denen mir-i araziyi “mülk kılarak ve şeriat kurallarına uygun tasarruf için,, 22 Nisan 1224 tarihinde vakfederek “ocaklık” olarak evladının eladına ve evladına” vermiş ve “Onar Köyü”nüde tescil etmiştir..
Anadolu Selçukluları Peyganber soyundan gelenlerin neseplerini tesbit etmek ve onların işlerini takip için Seyyidlik Nakipliği kurmuşlardır. Vakıfların işlerini yürütmek içinde vakif nezareti (Divân-i tevliyet) mevcutur.(5) Aynı müesseselerı Osmanlılarda da görmekteyiz.
Şeyh Hasan Vakfi; Osmanlı döneminde de uygulama zaman zaman inkitaya uğrasada devam etmiştir. Ocağa ve Aşirete adını veren Şeyh Hasan kimdir? Şeyh Hasanânlı oymaklarının bulunduğu yörelerde yaptığımız araştırmalarda değişik versiyonlarıyla çok sayıda Şeyh Hasan söylenceleri dinledik. Farklı tarihlerde yazılmış belgeleri inceledik. Elimizdeki fermanlarla arşivlerdekileri karşılaştırdık. Böylece masalsı, efsanevi ve şiirsel destansı anlatımlarla gelen söylenceleri, türbede bulunan mezar taşı üzerindeki “Bayat Boyu Damgası” ile diğer mezar taşları, vakfiyye ve fermanlar ile yazılı belgelerdeki verileri karşılaştırıp, çözüme ulaştırarak sağladığım bilgilerle bir sentez oluşturdum. (5.a)
1984’den 2001 yılına kadar ki çalışmalarımızdan belirli bölümünü vereceğimiz bu araştırmada: Şeyh Hasan’ın diğer adıyla “Sultan Onar Dede/Baba”nın kimliğini ve adını verdiği aşiretinin tarihsel süreç içinde sosyal ve toplumsal yapısından bazı kesitleri sunacağız.(5.b)
 
I. ŞEYH HASAN’IN YAŞAM MENKIBESİ
Bugünkü Kazakistan’ın Türkistan-Yesi şehrinin Üç-Kurgan yöresinde doğan Şeyh Hasan; Oguzlar’ın Bozok kolunun Günhanoğulların Bayat boyunun On-Er oymağındandır. Şeyh Hasan dünyaya geldiğinde dedesi Bahşi Han oymak beyidir. Abbasi zülmünden kaçan Hz. Muhammed-Ali soylular Bahşi Han’a sığınırlar. Bahşi Han oğlu Ahmed’i sığınmacı Musa-ı Kazım (ö.799)’ın oğlu Abbas’ın kız torunlarından Vedduha ile evlendirir. İşte, bu evlilikten Şeyh Hasan doğar. Bahşi Han oğlu Ahmed bir seyyide ile evliliğinden sonra kendini tasavvuf ve Alevi öğretisine verir. İlim ve irfan sahibi olan Ahmed, Şeyh ve Hâce ünvanıyla anılmaya başlar. Hz.Ali’nin oğlu Muhammed Hanifi soylulardan ve Hz.Hüseyin oğlu Zeyd soylu seyyidlerden; Kuran’ın batıni (içsel) özünü ve İlm-i Ledün konusunda feyz ve el alır. Batıni ve İsmaili örgütlenmelerde bulunur. Sufilik mahlasi olarak da “VERANİ” lakabi verilir.(6.a) Bundan sonra “Şeyh Ahmet Verani” olarak ün salar. Şeyh Ahmed Veran’nin Şeyh Hasan’dan sonra Şeyh Ahmed adında bir oğlu daha olur.
Şeyh Ahmed Verani 10-12 yaşlarına gelen iki oğlunu amcazadesi olan Hâce Ahmet Yesevi (Ö.1167/9) dergâhına eğitim ve öğretim için verir. Şeyh Hasan ve Şeyh Ahmed; Yesi’deki dergâh da; Türkçe tarikat erkâni ve sülük adâbını, İslami ilimleri ve Türk sufiliğini, ahlâki ve tasavvufi kaide ve kurallarını kısa zamanda öğrenerek Hâce Ahmed Yesevi’nin halifeleri arasına girerler. (6.b)
Şeyh Hasan; bozkır göçebe Türk oymağından ve bey soylu olduğu için; küçük yaşta iyi ok atar, iyi kılıç kullanır ve iyi at sürermiş. At yarışlarında ve ok atmada birinci olurmuş. Bu yeteneklerini bilen hocası Ahmet Yesevi bir gün O’na cemaatle cemdeyken; “ -Sen, bir er değil On Er gücündesin, bundan böyle senin adın, Şeyh Hasan Oner olsun, ve böyle biline, böyle çağrıla…” der. Ve dua eder.
Efsaneye göre, Şeyh Hasan’ın yaşama başlangıcı böyledir. Faruk Sümer; Oğuzların On-Oklar mensubu olduğunu belirtmektedir. Ayrıca Selçuklu emirlerinden ve İsfahan’da padışahlığını ilan eden Bilge Beğ ünvanlı Un-ar adlı zattan bahsetmektedir ki: (7) Söylencede geçen On-Er teriminin köken olarak “On-ok” veya “Un-ar” dan gelme olasıdır. Ayrıca, Şeyh Hasan’ın en son yerleşip zaviyesini kurduğu köyün adı da “On-ar” dir.
Şeyh Hasan’la ilgili ilk araştırma ve incelemesi yayınlanan arkeolog Dr.İsmail Kaygusuz; Onar Dede Mezarlığı’nda saptadığı “Bayat boyu damgasi taşıyan mezar taşı”(8) söylencelerin doğruluğunu kanıtlamaktadır.
Şeyh Hasan’ın gelenekse söylensel yaşamına, menkıbesine devam edersek: (9)
Bahşi Han’in vefati üzerine beylikten feragat eden babasının yerine oymağının beyi (aşiretinin reisi) olur. Kadeşi Şeyh Ahmed’de ikinci reisliğe getirir. Aşiretin diş ilişkilerini ve askeri idareyi Şeyh Hasan yönetirken; iç düzeni ve dini işleri de Şeyh Ahmet yönetir.
Orta-Asya’daki iç karışıklıklardan ya da efsaneye göre Şeyh Hasan; Piri Hâce Ahmet Yesevi’den icazet alarak “Kırk Kalenderi Derviş” ile ve Oymağıyla Anadolu’ya (Rum’a) gitmek üzere Türkistan’dan hareket eder. Bu anlatılan menkıbe’nin dışında o dönem bölgeye
tarihi olarak bakığımızda muhtemelen Şeyh Hasan irşat için, Nizari İsmaili’lerincede özel
olarak görevlendirilmiş olabilir. O’da Moğol istilasının olduğu bir dönem olduğu için oymağı ile Rum’a göç eder..
Elimizdeki bir belgeye göre Şeyh Hasan, 21 Recep 582 (1186) tarihinde İsfahan Kale’sinden “Yol İzinnâme”si alır. Şeyh Muhammed Bin Abdullah Ardistani (Hindistani/ Horasani’de okunabilir) ‘nın yazdığı yazıda; “…On iki imam ve şanlı evlatlarından olan Şeyh Hasan’ın geçtiği bölgelerde ki; sultan, vezir, emir, büyük efendiler, İslam Kadılar ve onların hadımları, her şehirde ve köyde, zaviye ve tekkelerde, kilise ve hayır yerlerinde; Arap’ın, Türk’ün, Acem’in, doğulusu batılısı Deylemliler, Akrad ve Haşimiler, hasılı devlet erbabı; gelip müracaat edeceklere, ilgi gösterip, hediyeler ikram ve nimetlerden hissedar edip, koruyarak, bugüne kadar imdada yetişip, onları muhafaza etsinler…” (10) Denmektedir. Bu belgeyi tarihi kaynaklarla karşılaştırırsak:
Şeyh Hasan’ın geçiş bölgesinde bu dönemde Nizari İsmaililer hakimdir. Alamut Devleti’nin kurucusu Kelam-i Pir Hasan Sabbah (1090-1124)’ın Batıni öğretisi; eşitlikçi ve paylaşımcı yaşama biçimi ile örgütlenme yöntemiyle Hatay’dan-Hitay’a kadar yayılmıştır. Şeyh Hasan’ın yol güzergâhı üzerinde yüzlerce İsmaililerin kaleleri ve köyleri vardır. Muhtemelen Şeyh Hasan Oner’in bir Türk olan Alamut Piri II.Muhammed (ll66-1210) ile ilişkisi vardir ki, böylesine tumturaklı bir Talimatnâme İsfahan’da yazılarak eline verilmiştir. Bir nevi yol güzergahındaki Nizari İsmaili kale yöneticilerinin uyması gerekli talimatnâmedir. Bu belgede, Şeyh Hasan’ın Deylem bölgesine uğradıktan sonra, AKRAT’a geleceği belirtilmektedir. Akrad Bölgesi; bu günkü Hatay ile Lübnan ve Suriye’nin kuzeyıdır. Druzi’lerin ve Nusayri’lerin yaşadığı bu bölge, Arap ve Fransız kaynaklarında “Alevistan” olarak geçmektedır. Şeyh Hasan oymağıyla bu yörede konaklamış ve Halife, Bey, Şeyh, Sultan gibi yönetici ve dini ulema ile görüşmelerde bulunmuştur. (10.a)
Cüveyni ve İbnü’l Esir’e dayanarak Mehmet A.Köymen şöyle yazmaktadır: “Harezmşahlar tahtı üzerindeki mücadele devam ederken, Dinar, Horasan’da daha fazla tutunamamış, emrindeki pek az kuvvetle Türklerin ezeli nasibi olan, yabancı ülkede, yabancı bir etnik unsur üzerinde, yeni bir devlet kurmak üzere, Kirman’a hareket etmek zorunda kalmıştır. 17 Aralık 1185’de Oğuz Şeflerinden Dinar emrindeki Oğuzlar’la Kirman’a girer” (11.a,b) Şeyh Hasan’ın Anadolu’ya geldiği bu dönemde Horasan bölgesi tam bir kaos içinde olduğunu tarihi kaynaklardan bilmekteyiz.(12) Muhtemelen Şeyh Hasan, Bayat boyu oymağıyla bu dönemde ata yurdunu terk ederek batıya doğru göç etmiştir.
C.Cahen tarafından “yayılma krızi” diye adlandırılan “1186-1205” yılları arasında, Horasan ve çevresinden dalgalar halinde gelerek, Güneydoğu Anadolu’da, Irak ve Suriye’de bir süre yer tutmuşlar. Bu dönemde ülke, Kılıç Arslan tarafından kardeşi ve oğulları arasında 11 parçaya bölünmüş olduğundan, kargaşa içinde bulunuyordu. Göçer durumda ki, sürekli silahlı ve asker olan Türkmen Aşiretleri, prensler arasında ki bu mücadelelere birinden birini tutarak katılmak zorunda kaldılar. Prensler ve Sultanlar, onların savaşçı arzularını harekete geçirerek, vurucu güç olarak kullanmişlardır.(13) Şeyh Hasan da oymağıyla bu dönemde çeşitli görevler almış olabilir…
Dr.Kaygusuz; Şeyh Hasan Oner’in başında bulunduğu Bayat Kabilesi Irak ve El Cezire Bayatlarındandır. Çeşitli nedenlerden bir süre buraya yerleşmiş ve hakimi bulundukları kaleden ayrılmış ve kuzeye doğru zorlanmış olabilirler. Şeyh Hasan Oner’in dinsel liderliğinin, Şeyhliğinin Necef ve Kerbela’nın bulunduğu bu bölgede daha da olgunlaştığı söylenebilir. (14)Demektedir.
“Bodik Belgeleri” ile Şeyh Hasan ve Aşkirik Köylerindeki söylenceler; Dr. Kaygusuz’un görüşlerini doğrulamaktadır. Şeyh Hasan; Kerbela, Necef, Bağdat ve Hicaz’a gitmiş, oradan da Mısır’a giderek tekrar Bağdat’a dönmüştür. Bağdat’tan da Konya’ya gitmiştir.
Başka bir anlatımda ise; Şeyh Hasan oymağıyla Halep’ten Sis (Adana), Maraş, Adıyaman, Akçadağ-Malatya (bugünkü Battal Gazi ilçesi) güzergâhıyla Fırat’ın doğu yakasındaki Abdülvahap Gazi’nin türbesinin bulunduğu tepe ve Mukaddes Dağındaki Mar Ahron Manastırı (kilise) ile Muşar’a kadar olan bölgeyi işgal eder. Muşar’da Şeyh Hasan Beyliği adıyla yarı-özerk bir beylik kurar.
Horasan-Deylem-Akrad-Dersim hattı önemli Alevi Merkezleri ve aynı zamanda Alevi Türkmen göçlerinin olduğu güzergahtır. Rum Selçuklu Sultanlığı da bu hattı dolaylıda olsa kontrol altında buldurmaya çalışmıştır. Bu nedenlede güzergaha 360 kale ve çok sayıda köyle hakim olan Nizari İsmaililer (1090-1256) ile iyi ilişkiler içinde olmuştur.
Anadolu Selçuki Sultanlığı her yıl düzenli Alamut Nizari İsmaililere “Çerağ Akçesi” olarak 2000 Dinar gönderdikleri, 1227 yılında ise Suriye İsmaili baş Dai’si Mecdeddin’e verildiğ kaynaklardan bilmekteyiz. (15)
Şeyh Hasan’ın Malatya bölgesini seçme gerekçesinin temel nedelerinden birde şu önemli husustur. Bu bölge ile inançsal olarak çok eskilere dayanan ilişkileri vardır. Çünkü, 4.İmam Zeyn-el Abidin (Ö.714)’in oğlu Zeyid (Ö.740)’in torunlarından Ali-yyül-Medeni, onun akraba ve yandaşları 9.yüzyıl ilk yarısında Malatya’ya gelmişlerdir. Aynı soydan gelen Hüseyin Gazi ve oğlu Battal Gazi’in Anadolu’daki irşat faaliyetleri, Malatya Emirliği, Paulikien-Bizans-Hurremi-Babeki ilişkileri o dönemde önemli bir yer tutar. Bu Alevi kahramanlarının menkibeleri tüm İslam alemine yayılmıştır. İşte bu sebeple Şeyh Hasan; Malatya Kalesi’nin ve Fırat’ın doğu kıyısına gelerek yerleşir. Çünkü bu yörede hala Heterodoks İslami zümreler ile Heterodoks Hırıstıyanlar varlıklarını korumaktadırlar.(16)
Bölgedeki yerel halkları, Kürt, Ermeni, Zaza unsurları kendine tabi kılan Şeyh Hasan; metruk bir Paulicien kalesi olan yerde Şeyh Hasan adıyla bir köy ve zaviye de kurarak başına kardeşi Şeyh Ahmet’i getirir. Bugün Tabanbükü adlı köy bu yerdir.O devirde bu bölge Anadolu Selçuklu Devleti’nin doğu sınırıdır. Şeyh Hasan da Aşiretiyle tam sınır çizgisinde bulunmaktadır.Kanımızca o zamanki Malatya meliki bilerek ve bilinçli olarak sınırları korumak üzere Şeyh Hasan Aşiretini bölgeye yerleştirmiştir. Ve “Uc Beyi” olmuştur. Süreç içinde Şeyh Hasan yöreyi İslamlaştırmış ve Türkleştirmiştir.
Şeyh Hasan muhtemelen 1196-1205 yıllarında bölgeye hakim olmuş ve beyliğide, Selçuklu Sultanı tarafındanda kabul edilip onaylanmıştır. Çünkü, daha sonraki Selçuklu yönetimi ile ilişkileri bu hususu doğrulamaktadır. I.Gıyaseddin Keyhüsrev (1205-1211) ikinci kez Selçuklu tahtına geldiğinde Oğuz/Selçuklu geleneğince oğulları eyaletlere vali olarak göndermişti. Büyük oğlu Şahzâde İzzeddin Keykavus’u Malatya’ya ortanca oğlu Alaeddin Keykubat’ı da Tokat’a Melik nasbetmişti. Şeyh Hasan işte bu dönemdi Malatya Meliki Şahzade İzzeddin Keykavus’la sıkı ve iyi ilişkiler kurmuştur.
İzzeddin Keykavus; babasının Malatya’da veremden ani ölümü üzerine, Kayseri’ye giderek 21 Temmuz 1211 günü merasimle tahta çıkar. Alaeddin Keykubat kardeşinin sultanlığını tanımayarak savaş açar. İzzeddin Keykavus, kardeşi Alaeddin Keykubat’ı Ankara Kalesi’nde yakalayarak Malatya’nın doğusundaki Muşar Kalesi’ne gönderir.
Mukaddas Dağı (Eşraf Briha Dağı)’ndaki Mar Ahron manastırının altındaki Masara (Muşar) Kalesine mahpus edilen Alaeddin Keykubat bilahere yine aynı yöredeki Kezirbet Kalesi’ne nakledilir. Abu’l-Farac ve İbn-i Bibi bu olayı yazmaktadırlar. Müverrih Ebu’l-Fida ve İbn Vasil Olay tarihini 609 (1212) olarak vermekteler. (17.a,b,c)
Bugünkü Hasan Dağı dediğimiz yörenin, Muşar ve Kezirbet Kalelerinin yönetimi o devirde Şeyh Hasan’ın elindedir. Demek ki Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus çok güvendiği için Alaeddin Keykubat’i kalebent olarak Şeyh Hasan’in kontrolüne bırakmıştır.
I.Alaeddin Keykubat 9 yıllık Muşar ve Kezirbet’teki kalebentlik döneminde bölgenin hakimi, Kale Komutani, Aşiret Reisi olarak Şeyh Hasan’la iyi ilişkiler içine girer.(18) Adaf (Kumlutarla) – Kale – Şeyh Hasan -Eğribük köylerinde anlatılanlara göre dedelerinin Kale’de muhafızlık ve bekçilik gibi hizmetlerde bulunduklarini belirtmektedirler.
Söylenceye göre: Alaeddin Keykubat kalede hapisteyken, “Hâce Ahmed Yesevi ya da Şeyh Hasan” Tekkesi postnişini Şeyh Ahmed Dede’yi yanına davet eder; yıldıznâmesine baktırır ve remil ile bahtının açılmasını ister. Şeyh Ahmed Dede: Alaeddin Keykubat’a mahpusta kaygılanmamasını, geleceğinin ferah olduğunu, bütün Rum ülkesinin padışahı, Ulu Sultan Keykubat olacağının muştusunu verir. Alaeddin Keykubat, Selçuklu tahtına geçtikten sonra, kızkardeşi Gevher Hatun’u Şeyh Ahmed Dede’ye verir… (19)
Alaeddin Keykubat (1219/20 – 1236/37) Sultan olduktan sonra merkeziyetçi bir anlayışla Devlet çarkına çekidüzen verir. Orduyu yeniden teşkilatlayarak fetihlere girişir.Şehir ve Kale’lere tahkimat yaparak imar ve bayındırlık faaliyetleri başlatır.
Dr. Kaygusuz’a göre; Şeyh Hasan, silahlı oymağıyla ve okçu birlikleriyle; Alaeddin Keykubat’la birlikte, Kalonoros (Alaiye-Alanya) kalesinin alınmasına ve Fırat boyu fetihlerine katıldığı için: Onar Köyünü tesçil ederek ve arazilerini Şeyh Hasan’in kurduğu “Oner Zaviyesi”ne 22 Nisan 1224’de vakfeder.Vakfiyenin Orijinali Asım Bayrak’tadır.(20)
Adaf’lı Ali Kıran ise; Alaeddin Keykubat’in hizmetleri karşılığı olarak okçu birlikleri kumandani olan Şeyh Hasan’in oğlu Şeyh Bahşiş’ede Kumlutarla Köyü’nü bağışlamıştır.Demektedir ki, Vakif Belgesi ve Şecere, Hüccet Malatya’da Hüseyin Ütebay ailesindedir.
Yine Efendi Dede’nin anlatımına göre; Alaedden Keykubat; Şeyh Ahmet Dede’ye kız kardeşini verdiği gibi, Şeyh Hasan Köyü’nü de vakfetmiş ve Hz.Ali soylu olduğuna dair şeceresini şerh etmiştir. Vakfiye ve Şecere Malatya’da İhsan Gültekin’dedir. Şecerenin fotokopisini Efendi Dede’de gördük…
Tüm bu söylenceler tarihi olaylarla örtüşmektedir. Ayrıca şunu da göstermektedir: Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat ile Şeyh Hasan, kardeşi Şeyh Ahmet ve oğlu Şıh Bahşiş’le arası, farklı ve güçlü ilişkilerle birbirine bağlıdır.
Tarihsel verilerden saptamamıza göre 120 yıl yaşamış olan Şeyh Hasan, 12. yüz yıl ikinci yarısı ile 13. yüzyil ikinci yarısı ilk çeyreğine kadar olan zaman diliminde dolu dolu mücadeleyle geçen bir ömür sürmüştür… Tarihsel verilere göre; Şeyh Hasan’ın tahmini Doğum tarihi: 1156 ?. Hakk yürüyüşü: 1276 ?. olasıdır.
 
II. ŞEYH HASAN’IN İLK DERÂHI VE KÜLLİYESİ
Şeyh Hasan; Selçuklu ordusuyla Fırat Boyu kaleleri fethine katıldıktan sonra bir Ermeni kenti olan Arapkir’e Subaşı olarak atanır ve bölgede “iktâ” olarak verilir.Türkmen aristokratı ve Bayat Boyu beylerinden olan Şeyh Hasan, Arapkir’in Hezenek semtinin altındaki düzlüğe ordugâhını kurar.Daha sonraları Uguzlu (Oğuzlu) semti olarak anılacak bu yöreye Askeri kuvvetler yerleşerek, şehir ve köylerin asayışını temin eder.
Dokuma Sanayi’nın ve ticaretin gelişkin olduğu Arapgir esnaf ve tüccarından, ipek Yolu üzerinde olduğu için geçen kervanlardan satış üzerinden belli oranda “rûsum” alırmış. Köylülerden ise Ekin Pazarı’ndaki hububat satışlardan “Godik” nisbetinde “Hums” alınırmış. Hayvan pazarında büyük ve küçük, binek hayvanlardan farklı oranlarda akçe alınırmış. Şıra pazarındaki; pekmez, reçel, bal, turşu, salça gibi yiyeceklerden de ayrıca vergi alınmakta imiş. Ayrıca savaş zamanlarında ise çarşı ve pazarda satılan mallara özel “narh” konarak bu fiat üzerinden vergi alınmakta imiş… Selçuklu ve Osmanlı döneminde Arapgir Livası Kanunları özel ve merkezden farklı uygulamalar içermektedir. (21.a)
Tüm bu vergi alımlarını tahsil de eden Şeyh Hasan; kısa bir zaman sonra Arapkir’in eski yerleşim yeri ve kale içi olan Eskişehir’de (bugünkü Osmanpaşa mahallesi) kendi adıyla anılan bir tekke ve külliye yaptırır. (21.b)
Taylor; 1860’ta Arapkir’de bir Bektaşi Tekkesiyle karşılaştığını yazmaktadır ki (22); bu tekke, Şeyh Hasan tekkesinden başkası değildir.Fakat, daha sonra Meydanevi Cami’ye çevrilmiştir. Aşevi, Atevi gibi müştemilatı ile mal varlığı olarak da Vakıf arazileri, bağ ve kavaklıklar vardır.
Yavuz Sultan Selim döneminde (1515) Arapkir Osmanlılarca fethedilince: Türkmen Beylerinden ve Arapkir eşrafından Kulibeyoğlu Ali Bey ve Şeyh Hasan Aşireti mensupları; Kızılbaş oldukları için malları ellerinden alınarak Ermeni tüccarlara ve dönme sünnilere verilmiştir. Bu meyanda Şeyh Hasan Tekkesi ve Külliyesi Vakfi’na da Arapkir eşrafindan “Kestanzadeler” atanmiştir. (23) Arapkir’in Türkmen kızılbaş köylerinden bazıları ve şehir halkı Çaldıran dönüşü bölge fethedildiği için; l515 yılında yemin ederek, Osmanlı tebası olmuşlar ve Hanifi Mezhebine kabul ederek Sünnileşmişlerdir. Arapgir içi ve çevresindeki Türk köyleri Oğuz boyundan olup 1515 yılına değin akrabalık ilişkilerini sürdürmüşlerdir. Hatta bazı köylerin okumuş aileleri bu durumu bildiklerinden akrabalık ilişkilerinin devam etmesi için 1950’li yıllara değin “beşik kertme” geleneğince çocuklarını birbirleriyle sözlemişlerdir. Bunlardan birisi de bendim.
Şeyh Hasan Tekkesi’ne 1694 yılında Arapkir Sancak Beyi Cafer Paşa tarafindan bir minare yaptırılarak camiye dönüştürülmüş, adına da Cafer Paşa Camisi denilmiştir. Cafer Paşa dahil, Arapgir’den çıkmış bir çok paşa birbirlerine akrabadırlar. Yine aynı yıl Onar Köyü’ne de bir küçük cami yaptırılarak; Arapkir eşrafından Sabrioğullarindan bir imam atanmıştır. Her hafta Cuma günleri “ictima edilerek”sayım usulüyle Onar Köylüleri 1694’den İttihat ve Terakki dönemine kadar Cafer Paşa Cami’sine mecbur namaza sevk edilmişler ve kontrole tabi tutulmuşlardır.
En son Vakıf mütevellisi Kestanzade Hacı Abdullah Ağa’nın vefatı üzerine aileden kimse kalmaz. Bunun üzerine 20.000 kuruşluk gelirli vakfın; Osman Paşa Mahallesi ahalisinin kendilerinin hakları olduğu iddiasıyla dava açarlar. Bu duruma Onar Köylüleri itiraz ederler. Şeyh Hasan soyundan olduklarını ibraz eden belgelerle Onar Köyü halkı da Vakfın mal varlıklarının kendilerine ait olduğunu belirterek; 11 Nisan 1299 (1883) tarihinde Arapkir Mahkemesinde dava açarlar.
Onar köyü halkına dava dilekçesini: “Karye-i mezküreden; Kalın Ali, Hatunoğlu Musa Kehâ, İmam Molla Süleyman, İbrahim Kehâoğlu Mustafa Kehâ, İnceninoğlu Ömer Çavuş, Kara Memedoğlu Ahmed, Hasan Kehazade Koca Kehâ” imzalayarak; davanın seyrini anlatarak “adalet ve hakkaniyet dairesinde ahalinin gadre uğratılmamasını istemekte”dirler.
Vakıf davası yıllarca sürer.Bu olay, Arapkir’de hak iddia edenlerle Onar Köylüleri arasında kavgalara neden olur. Dava Eğin Kazasına aktarılır. Zabit Hüseyin Efendi (Güney) davayı ciddi bir şekilde takip eder.İstanbul’da ikamet eden Onar Köylü Hafiz Mehmet (Fakir)Efendi; Evkaf’tan, Naküb’ül Eşraflık defterinden, Defteri Hakani kayıtlarından ve arşivlerinden çikarttiği Şeyh Hasan ve Onar Köyü ile ilgili belgeleri Hüseyin Efendi’ye gönderir. Dürüst, Erdemli, namuslu bir kişiliğe sahib olan Zabit Hüseyin Güney; vakıf arazilerini, bağ ve bahçelerini Ağaların elinden kurtarma mücadelesini meşru hukuki yoldan sürdürürken; Onar Köyü’nden bazı çıkarcı kişiler tehdit ederler. Ekin tarlalarinin derilmesinde, harmanının dövülüp elenmesinde tek başına bırakılır. Tüm bu olumsuzluklara karşın Hüseyin Güney bıkmaz, yılgınlığa düşmeden mahkemelerde davayı takip eder. Eğin kazası Mahkemesine belgelerle vakfın ve Şeyh Hasan Külliyesi’nin arazilerinin Onar Köylülerine ait olduğu ispatlanır.
Dava sürerken, I.Dünya Savaşı başlar ardından İstiklal Savaşı devam eder. Köydeki erkeklerin hepsi savaşa gider. Bu arada davayı takip eden Zabit Hüseyin Efendi de İhtiyat Subayı olarak savaşa gider ve İstiklâl Savaşı sonrası köye döner.Dava sürüncemede kalır.Kurtuluş Savaşı kahramanı ve İstiklâl Madalyası sahibi İht.Zb.Hüseyin Efendi: Cumhuriyet sonrası davayı tekrar açar. 1944 yılına kadar Köy arazileri ve Vakıf davası hukuk mücadelesi devam eder, ama Zabit Hüseyin Efendi “Hakk’a yürür”/ölür. Eski Muhtar Musa Çöp’ün köy adına davalarını takip ettiğini belirtmektedir. Fakat kendinden önce ki Muhtar ve ihtiyar heyetin den bazıları, Arapkir ağaları ile işbirliği yaptıklarını ve dava düştüğünde de çeşitli vaadler aldıklarını söylemiştir. Davayı savsaklayan, Vakıf arazilerini peşkeş çeken ve dilekçelerde ki imzaları geri almış olan şahısların isimleri bizde saklıdır.Bugün hayatta olmayan bu dönekleri; Köylüler arasında ikilik yaratmamak için isimlerini yazmıyorum. Köyde ki Arapkirli Ermenilere ait bağ, bahçe ve tarlalarda aynı şekilde sahte belgelerle dağıtılmıştır. Musa Çöp: “Arapkir eşrafindan Fadılıoğulları, Sabrioğullarından, Kulibeğoğullarından, Emiroğullarindan bazıları ağalar ile eski köy imamı; Onar Köyünden bazı yalancı… ( bu yalancı şahitlere nakit para,vb. hediyeler ile imamlık, daha sonra birer tarla ve bağ gibi yerlerin bakımları verilerek ödülendirilmiştir) şahitler bularak mahkemede tanık olarak dinletmişler ve vakfin, caminin tarlalarını ve diğer mal varlıklarını “mürur-i zamana” uğradığından talan etmişler, mahkeme de sona ermiştir.” diyerek ve hayıflanarak bize anlatmıştır.
1224 Yılında kurulmuş ecdadımızın vakfı; “hasis, sahtekâr, aç gözlülerce talan” edilmiştir. Son olarak da 1984 yılında Cafer Paşa Camisi’nde bulunan Şeyh Hasan’a ait el yazma Kuran ve Kitaplar; caminin kapısı kırılarak çalınmış, zanlılar hakkında soruşturma açılmasına rağmen bir şey elde edilememiştir.(24)
 
III. ŞEYH HASAN’IN AHİLİK İLE İLİŞKİSİ :
Anadolu’da Fütüvvet hareketi, 46 yıl yönetimde kalan Abbasi Halifesi el-Nasır li-Dini’llah (1180-1225) ile siyasi ve kültürel temasa geçilmesiyle başlamiştır. Şeyh Hasan’ın Fütuvvet Örgütlenmesiyle İlişkisi ve Ahi teşkilatlanmasında rolü olduğu ve Ahileri Arapğir’de örğütlediği kesin olarak Selçuklu belgelerden anlaşılmaktadır. (25)
Prof.Dr.Mikail Bayram’in “Ahi Evren ve Ahi Teşkilati’nin Kuruluşu” adlı yapıtında Şeyh Hasan’ın 1204 yılında bir grup ilim adamıyla Selçuklu Sultanı I. Giyaseddin Keyhüsrev (I.nci: 1192-1196 ve II.nci: 1204-1211 tahta çıkışı)’i ziyaret ettiğini yazmaktadır.(26)
“I. Giyasü’d-Din ikinci defa tahta geçer geçmez hocasi Malatyalı Şeyh Mecdü’d-Din İshak’ı cülusunu Abbasi Halifesi’ne bildirmek üzere Bağdad’a göndermiştir. Şeyh Mecdü’d-Din, bu diplomatik vazifesi sırasında o yıl (601/1204) Bağdat üzerinden Hacca da gitmiş, dönüşte gene Bağdat üzerinden Anadolu’ya dönerken beraberinde birçok ilim adamı ve şeyhleri de getirmiştir; Muhyi’d-din İbnü’l-Arabi, Şeyh Evhadü’d-Din el Kirmani, Şeyh Nasirü’d-Din Mahmud (Ahi Evren), Şeyh Ebu Ca’fer Muhammed el-Berzâi, Muhaddis Ebu’l-Hassan Ali el-İskenderan, Arapgir’de medfun Şeyh Hasan-Onar bunlardan ilk akla gelen isimlerdir. Bu ilim ve fikir adamlarindan daha birçoklarinin adları Şeyh Mecdü’d-Din İshak’in oğlu Sadrü’d-Din Konevi’den (673/1275) intikal eden ve bugün Konya Yusufağa Kütüphanesi’nde bulunan kitapların sema’ ve kıraat kayıtlarında geçmektedir.” (27)
     Bu heyette Malatyalı Şeyh Mecdü’d-Din İshak ile iyi ilişkilerinden dolayı Şeyh Hasan Onar’da vardır. Halife Nasır’ın Selçuklu Sultanına fütüvvet şalvarı giydirmek ve fütüvvet kuşağı bağlamak için gönderdiği mutasavvıf şeyhlerin hemen hepsi Şafii mezhebinden ve işâri inançlıydı. Şeyh Hasan Onar ise Alevi ve Horasan Pirlerinden biri; ana tarafından Ali soylu, yedinci imam Musa Kazım kolundan gelmektedir.
Çok büyük olasılıkla Şeyh Hasan’a bağlı El-Cezire Türkmen boylarının askeri gücü, Bagdad Halifesinin nezdinde onu önemli kılıyordu. Ama topluluğu toparlayıp Irak’ı terketmesi Halife’nin daha fazla işine gelirdi. Tam Halife Nasır Lidinillah zalim ve baskıcılığı kadar, geleceği gören, çok kurnaz bir siyasetçiydi. ilk yaptığı fütuvvet örgütlenmesinin toplumsal ve siyasal içeriğini boşaltarak, sadece din ve zanaat-ticaret ilişkilerindeki yenilikleri devlet siyaseti yapıp, Halifeliğe bağli Sünni vassal devletlere de kabul ettirmesi oldu. Bunu töreleştirdi. Bu siyaset hem Şii tebasını hem de Suriye ve İran-Irak Batınilerini memnun ediyordu. Ayrıca İran ve Suriye’de çok sayıda kaleleri bulunan Alamut Nizari devletinin imami III.Celaleddin Hasan (1210-1221) ile yaptığı anlaşmayla ona kabul ettirdiği gevşek şeriat ile kendisine bağlamış. Bu arada Alamut fedai’lerini bile kullanarak birçok düşmanını ortadan kaldırtmıştı.
Oysa bir proto-Alevi kuruluşu olarak, 6.imam Cafer Sadik’ın(Ö.765) koyduğu ilkelere dayanan Fütuvvet (yiğitlik, gençlik) kardeşlik örgütlenmesi 9.10.yy. boyunca, özel mülkiyetin olmadığı Karmati “Dâr-ül Hicra”larında inançsal, siyasal ve ekonomik yaşam biçimi olmuştur. “La feta illa Ali, la seyfe illa zülfikar” (Ali gibi yiğit, zülfikar gibi kılıç yok) Hadis’inden hareket edilerek; yiğitlik, cesaret, cömertlik, bilgelik ve doğruluk gibi erdemlerin sahibi Hz.Ali örnek alınmıştır. Bu dönem içinde yaratılan, İhvan-i Safa (Saflık Kardeşleri) gibi doğa ve doğa ötesi bilimler, felsefe, sanat ve zanaat, matematik, cebir-geometri ve hekimlik bilgilerini içeren dev bir “ansiklopedik” yapıtla Fütuvvet’in kapsamı genişletilmiştir. Bu eser Karmati ve Alamut-Suriye İsmaili (1090-1256)’lerinin “Federatif yönetim ilkelerine” dönüşerek toplumsal muhteviyat kazanarak uygulanmıştır.
       Bölgedeki İsmaili kaleleriyle ilişkisi bulunan Şeyh Hasan, Bağdad’ın güneydoğusundaki Tıb Çayı’nın kaynağına yakın yerde bulunan Türkmenlerin yaşadığı Bayat Kalesininde ruhani lideriydi ya da beğiydi.Başında bulunduğu ve Kaleye sığmayan Türkmen topluluğunu, Rum (Anadolu) ülkesine çıkarma ve konar göçerlerinin otlak ve yaylaklardan yararlanması için Selçuklu Sultanı ile görüşmek, Şeyh Hasan için önemli bir fırsattı. Halife Nasır’ın Selçuklu Sultanı’na, sözde Anadolu’da fütuvvet örgütünü kurmaları için gönderdiği bu törensel heyette bulunmasından bazı ayrıcalıklar sağlamış olmalıdır. Açıkçası Şeyh Hasan bu siyasi ilişkilerden kazanımlarını kendi topluluğu için kullanmıştır. Selçuklu Sultanı Giyaseddin Keyhusrev (1204-1211) döneminde topluluğunun Irak ve El Cezire’de kalan bölümünü Anadolu’ya getirmiş olduğu anlaşılan Şeyh Hasan’nın; Keyhüsrev 1211 yılında ölmesi üzerine Sultanlğı ele geçiren I.İzzeddin Keykavus’a (1212-1220) karşı, Malatya çevresindeki tutuklu yıllarında dahi I.Alaaddin Keykubat’ın  yanında bulunmuştur. Selçuklu yönetimine her türlü destek sağlamasına karşın: Sonuçta kullanılan ve Sultanların siyasetine boyun eğmek zorunda kalan Şeyh Hasan olmuş ve kendisine bağlı Bayat Türkmen grupları Anadolu’nun hemen her tarafina dağılmıştır. Kendisi de Arapgir’de Ahi örgütü ve dergâhına bağlı mürid ve muhipleri ile başbaşa kalmıştır.
 
IV. BÜYÜK OCAK CEMEVİ
Şeyh Hasan’ın Onar Köyü’nde inşa ettirdiği Cemevi ve Zaviye’nin bınası ve müştemilatının adına; Sultan Onar Cemevi ya da Büyük Ocak da denmektedir. Cem Dergisi’nde “Cemevlerinin Tarihsel Kökeni ve Mimarisi” adli yazı dizisinde Türkiye’deki benzeş Cemevlerinin mimari yapı sanatı özellikleri ve kökenini geniş bir şekilde anlatmıştım (28)
Burada sadece, Büyük Ocak meydan evinin yapısal mimari özellikleri üzerinde duracağız. Şeyh Hasan’ın 1224 yılında 12 direkli bir çadır görünümde inşa ettirdiği Sultan Onar Cemevi, Orta-Asya Gök-Tapınakları’na benzemektedir. (29)
Büyük Ocak Tekkesi; 15×17 m2’lik boyutta, kareye yakın dikdörtgen planlı; 1,5 metrelik kalınlıkta 2,5 m. yüksekliğinde taş duvarlara bindirilmiş, yedi kat gökyüzünü ifade eden kırlangıç çatı, 12 direk üzerine kubbemsi oturtulmuş, içten çadır görünümlü.. Koçbaşlı direklerin üstüne kalın Hatıl Ağaçlar atılarak birbirine tutturulmuş; Hatılların üstüne 10-20 cm. aralıklarla Kisek Ağaçlar dizilmiş; Kiseklerin üstüne aralıksız ters yönde Mertek Ağaçlar dizilmiş; Merteklerin üstüne Aruda denen kısa ağaçlar aksi istikâmette sıralanmış; bunların üstüne de Hortut dalları ile ince çubuklar düzgün sıkça serilmiş; tüm bunların üstüne de Püşürük denen özel kırmızı toprak ile kıyılmış samanın karışımından olan çamur 15-20 cm. kaplanmış; En üstte yanı Dam’da; 20 cm. kalınlığında “Caşgan” denilen özel killi yağlımsı kaygan toprak dama serilmiş.Damın üstündeki toprağı yağmura yaşa karşı sıkıştırmak için zil taştan denen granitten yapılmış 50-60 cm çapında 100-120 cm. boyunda silindir şeklinde, LOG denilen kaya kütlesinin iki yanının orta noktaları oyulmuş ve ağaç dil geçen özel bir ağaçtan yapılmış aparatla iki kişinin çektiği bodur sütun durmaktadir, Damda…
Yarı kubbeleştirilmiş damin tam orta yerinde taştan oyulmuş bir pencere ve duman deliği vardir. Bu delik Gök-Tapınak’larındakı “tüğünük” denen ve evin tabanında yakılan ateşin dumanlarının çıktığı deliğin aynısı olup, güneşin ışınlarını da meydana yansıtan pencere işlevini görmektedir.
Yine kubbemsi damın ortaya yakın bölümünde bütün direklerden daha kalın ve siyah; üzerinde kahve ve kızıl beneklerin olduğu “KARADİREK” denen ve kutsal sayılan bir ağaç direk vardİr.
“Karadirek” Göktapınak’larda simgeleşen “kutup yıldızı”nı ve “varlık birlğini” sembolize eden düşünceyi anlatmaktadır. On iki direkler, On iki İmamlari ifade etmektedir. Aynı zamanda On iki Kabilenin oturduğu gedikleri belirlemekte, on iki hizmet sahiplerini ve on iki post makamını sembolize etmekte ve daire de oturma konumlarını belirtmektedir.
“Karadirek” aynı zamanda “Zat-ı Mutlak”a giden “sırat-ı müstakimi” ifade etmektedir. Taş pencere ise; “sema’ya / Göğe ağmanin”, “Hakk ile hak olma”nın bir sembolüdür. Semazenler bu deliğin tam altındaki meydan da sema dönerler…
“Karadirek” üzerinde “çerağ tası” vardır. Cem’den önce çerağ burdan uyandırılarak “erkân” bu törenden sonra dede tarafından yürütülür. Ayrıca Karadirek’te Şeyh Hasan’ın tunçtan miğferi asılıdır ve “çırahban” tası olarak kullanılır. Karadirek’in dibinde ise “civher” toprağı vardır. Dede; cem törenleri için meydan evi düzenlendiğinde, Karadirek’in dibindeki “koç derisi post”ta Anabacı ile oturarak “sercem” olarak ayn-i cemi yönetir. Her direk arasında ki 12 gedik’e de 12 kabile fertleri otururlar.
Onar Köyü’nde yıllık Görgü-Cem’lerinde önce: Şeyh Hasan Türbesine bir koç tığlanır, sonra cem icra edilir.
Büyük Ocak Tekkesi (Onar Zaviyesi)’nin giriş kapısı ve eşiği özel bir ağaçtan yapılmıştır ki neredeyse 8 asırdır; yaşa, yağmura dayanarak bugüne dek bozulmadan gelmiştir. Eşiğe üç kez niyaz edildikten sonra meydanevine / cem-evi’ne uzan bir koridordan girilir.
Zaviyenin kapı girişinden sonra kurban tığlama yeri vardır. kurban kanı bir kanalla öndeki bahçeye akitilmaktadir. Uzun bir koridordan sonra Meydan evine girilir. Koridorun bir yanında ise, ikrâr verme ve müsahip törenleri için; Rehber gözetiminde abdest alma kurnası vardır. Bu kurna daha sonra sökülerek yerinden çıkarılmıştır.
Cemevi’nin önünde; yemek pişirme yeri, aşevi, ekmek pişirme ocaği, kiler,hamam, hela, çamaşırhane gibi odacıklar vardır. Sağ yanda iki katli tekkeşinevi, ahir, samanlik, odunluk, misafirhane vardir. Sol yanda ise: bahçe vardır…
Mimari özelliklerini betimlediğimiz Şeyh Hasan’ın Onar Köyündeki ilk evi dediğimiz ya da tarihi kayıtlarda “Onar Zaviyesi” olarak geçen, halk arasında ise “Büyük Ocak” denilen yapı: Selçuklu’larin ilk köyde inşa edilen Aristokrat bir Türkmen Beyi’nin malikhânesi (konutu) ve dini ibadet mekânı yani (Türkmen Kocalarının toplantı yaptıkları meclis salonu) divanıdır.
 
V. ŞEYH HASAN OCAKLARI
 
1. “ BÜYÜK” ŞEYH HASAN ( SULTAN ONAR ) OCAĞI
Saptadığımıza göre Şeyh Hasan üç evlilik yapmıştır.Birinci evliliğini Türkistan’da İmam Rıza’nın kız torunlarından biri ile evlenmiş ve bu evlilikten Şıh Bahşiş olmuştur.İkinci evliliğini Muşar yöresine geldiğin de, Fırat boyu fetihleri döneminde, Dersimli Zaza bir aşiret beyinin kızıyla evlenmiş ve Seyyid Selahattin adlı bir oğlu olmuş. Üçüncü evliliğini de Piri Babanın kızı ile yapmış ve bu evlilikten; menkıbeye göre üç oğlu olmuş; Kara Muhammet, Habib Hasan ve İlik olmuştur. Diğer bir rivayete göre de; 2 kız, 8 erkek çocuğu olmuş ve köy 10 haneden teşekkül etmiştir. Biz belgelerden yola çıkarak bu iki söylenceyi de birleştirerek hareket odağı haline getirdik. Şeyh Hasan’ın Merzifonlu Piri Baba’nin kızıyla evliliğinden olma çocuklarının Malatya-Arapgir-Onar Köyü’nde; 1224 yılında babaların kurduğu Vakıf şeklinde ki Zaviyesini Dede Ocağı’na dönüştürerek; “Sultan Onar Ocağı”, “Büyük Ocak” ya da “Büyük Şeyh Hasan Ocağı” olarak adlandırmışlardır. Şeyh Hasan’ın Türkmen Oymakları arasında ki adı; “Onar Dede” – “Onar Baba” – “Sultan Onar” olarak geçmektedir ki, ocağa da bundan dolayı ve babalarının adına izafeten “Sultan Onar Ocağı” denmektedir. Kürt- Zaza- Ermeni Alevi cemaatinde ise; Şeyh Hasan Ocağı olarak anılmaktadır. Tunceli’deki torunun kurduğu Şeyh Hasan Ocağından ayırmak için “Büyük Şeyh Hasan Ocağı”da denmektedir. Şeyh Hasan On-Er’e I.Şeyh Hasan ya da Büyük Şeyh Hasan’da denmektedir.
Şeyh Hasan Oner’in kimliği masalsı anlatımlar biçiminde geldiği gibi, halk ozanlarının şiir diliyle de günümüze ulaşmıştı. Üç yüz yıl sonra Pir Sultan Abdal onun için bir nefes yazıp, yalvarıyorsa oldukça önemliydi.Pir Sultan Abdal; Onar Dede Destani adlı deyişin de; “Adın Şeyh Hasan’dır, hem derik Oner…/…Yetiş Onar Dede sen imdat eyle!” demektedir.(30) Bu dönemde, Pir Sultan Abdal’ın Şah İsmail adına bölgede gizli örgütlenme yaptığından ve de arandığını da hesaba katarsak; Şeyh Hasan Ocağı’nın önemi dahada belli olmaktadır.
Piri Baba’nın hayatıyla ilgili araştırmalarıma burada yer vermeyeceğimden bu konuda yayınlanan makalelerime bakılabilinir. (31.a.b.)
 
2. ŞEYH AHMET DEDE OCAĞI
Şeyh Hasan ve Kardeşi Şeyh Ahmet’in 1204/5 yıllarında Şeyh Hasan (Tabanbükü) Köyü’nde bir “Dergâh” kurarlar ve amcazadeleri olan hocaları “Ahmed Yesevi”nin de adını tekkeye verirler.Bu nedenle bu ocağa “Ahmet Yesevi Ocağı”da denmektedir ki tüm ocakların başı sayılır. Daha sonraları ise Şeyh Ahmed’in çocukları Zaviyeye “Şeyh Ahmet Tavil” olarak değiştirerek babalarının adını verirler.Vakfa dönüşen tekke; Selçuklu ve Osmanlı sultanlarıncada onaylanır ve Şeyh Ahmet soylularına verilir. (32) Halk arasında her iki ad da kullanılmaktadır.
Şeyh Hasan’ın kardeşi ve Şeyh Hasanxanlı Aşireti’nin ikinci reisi Şeyh Ahmet’in Alaeddin Keykubat’ın kız kardeşlerinden olan oğlunun ve çocuklarının, Elazığ-Baskil-Muşar, Şeyh Hasan Köyü’nde kurdukları Dede Ocağıdır. Şeyh Ahmet’in soyu, I.Alaeddin Keykubat’ın kız kardeşi Güher Ana’dan olan oğlu Emir-el Mümin’den yürümüştür.
 
3. ŞIH BAHŞİŞ OCAĞI
Şeyh Hasan’ın Türkistan’daki evliliğinden olma Seyyid İbrahim’e dedesi Bahşiş Han’ın da adı verildiğinden Şeyh Bahşiş olarak çağrılmaktadır. Şıh Bahşiş’in Elazığ-Baskil ADAF (Kumlutarla) Köyü’nde tahmimi 1224 sonrası yıllarda kurduğu dede ocağın adı Şıh Bahşiş Ocağı, oymağının adı da Bahşişli olarak anılmaktadır. Bahşişli Oymakları, Akdeniz bölgesinde yoğun bulunmaktadır. Eğe ve Balıkesir yörelerinde ise Tahtacı ve yörük adına dönüşmüştür. Bulgaristan’da ve Afganistan’da Bahşişli Türkmen obaları vardır. Osmanlı döneminde Eskişehir’in Evliya Baki Bucağı’nda Bahşayış Tekkesi adıyla bir dergah vardir.
 
4. SULTAN SEYYİD OCAĞI
Şeyh Hasan’ın bugünkü Tunceli yöresinde Dersim Beyi olan bir ailenin kızıyla yaptığı evliliğinden doğan oğlu Selahaddin’in torunlarından Sultan Seyyid adlı bir zatın Tunceli’in BODİK köyünde kurduğu ocağın ve aşiretin adıdır. Genel olarak bu ocakta Şeyh Hasan Ocağı olarak anılmaktadır. Hozat’ın Dalören Köyü’nün kendi adıyla anılan dağda türbesi olan Sultan Seyyid; 1515-1530 yılları arasında Şeyh Hasan Köyü’nden yöreye gittikleri belgelerde belirtilmektedir.
 
5. (KÜÇÜK) ŞEYH HASAN OCAĞI
Şeyh Hasan’ın Tunceli bölgesinde Dersim Beyi’nin kızı ile evliliğinden olan oğlu Selahahattin’in torunlarından Seyyid’in Bodik Köyünde Sultan Seyyid adıyla; diğer kardeşi Şeyh Hasan ise, Ağdat’ta Şeyh Hasan Ocağı adıyla 1515/30 yıllarında bir dede ocağı kurmuşlardır. Ataları Şeyh Hasan’ın ocağına “Büyük Şeyh Hasan Ocağı” ya da sadece “Büyük Ocak” denir ki Arapkir Onar Köyü’ndedir. Torun Şeyh Hasan’ın Ağdat’taki ocağına ise; “Küçük Şeyh Hasan Ocaği” ya da sadece Şeyh Hasan Ocağı denmektedir. Bazı kaynaklar II.Şeyh Hasan olarak da anılan bu zatın Akkoyunlu ve Safeviler döneminde Çemişgezek’te Emir / Bey olduğunuda yazmaktadırlar. Seyyid Rıza’da bu zatın soyundan gelmektedir.
Nazmi Sevgen: “Şeyh Hasan Dede aşireti bir müddet ‘bize göre 920 H.Ğ 1514 M. tarihine kadar’ bu mıntıkada (Şeyh Hasan Köyü’de) kalmıştır. Torunlarından Şeyh Hasan’la Seyyit isminde iki kardeş, Yavuz Sultan Selim’in Aleviliğe ve Kızılbaşlığa karşı giriştiği mücadelesinden korkarak aşiret halkını toplamış, hayat ve mevcudiyet muhafazası kaygısıyla Fırat’ın şarkındaki dağlık mıntıkaya Dersim’e sığınmıştır” (33)demektedir.
“Bodik Vesikalari”ndaki kayıtlara göre: “…Şıh Hasan Köyünden… Şıh Hasan ve Seyyit 1530 senelerinde şecere ve erkânları alıp Pertek civarında 7 yıl kaldıktan sonra, oradan göç ederek Kızılkilise, Nazmiye civarında Kalman Köyünde yerleşmişler. Bir müddet sonra oradan da göç ederek Sultan Baba Dağı eteklerinde bulunan Bodik Köyüne yerleşen Seyyit burada kalmış, kardeşi Şıh Hasan Ağdat’a gitmiştir…”
 
6. TESLİM ABDAL OCAĞI
Şeyh Ahmet’in torunlarından olan Teslim Abdal’ın bugüne kadar yüzün üzerinde ki şiiri; ozanlar ile dedeler ve zakirler vasıtasıyla söylenerek yaşatılmıştır. Edebiyat araştırmacılarından Sadettin Nûzhed Ergun, Atilla Özkırımlı, Cahit Öztelli birbirini tamamlayıcı bilgilerle Teslim Abdal’in hayati ve şiirleri hakkında açıklamalarda bulunmaktadırlar. (34) Teslim Abdal’in IV. Murat (1623-1640) döneminde ve 1617-1670 yılları arasında kesin olarak yaşadığı bir çok araştırmacı tarafından ortak olarak benimsenmektedir.. Çorum ve Denizli’de de tekkesi ve makamı vardır. Teslim Abdal ozanlığının yanı sıra dede olduğu için Anadolu’nun çeşitli köy ve kasabalarında bulunan taliplerinin “görgü-cemleri”nde de bulunmuştur. M.Beşir Aşan’ın Tabanbükü Köyü’deki Teslim Abdal’ın mezartaşından saptamasına göre ise; ölüm tarihi 1719’dur. Yani, Teslim Abdal 1617-1719 yılları arasında Şeyh Hasan (Tabanbükü) Köyünde yaşadığı kesinleşmiştir.(35)
 
7. ŞEYH HASAN OCAĞI’NIN REHBERLERİ İLE DİKME DEDELERİ
Şeyh Hasan Ocağına bağlı 200 çıvarında ki yerleşim biriminde yöresininin inanç önderi; Rehber ya da Baba veya Dikme Dede denilen kişiler ve ocaklar vardır. Bulardan bazıları “Ocak” statüsündedir. Keban’ın Nimri ve Zırkı Köyünde “Şeyh Hasan Rezzaki (Zevraki) Ocağı, Arapgir de Sarı Mecdin ocağı, Elazığ’da İmam Rıza ve Musa-i Hardi Ocağı, Ulaş’da Çavdarlı Ocağı, Çorum’da İmam Rıza Ocağı ve Teslim Abdal Ocağı, Tokat’ta Yunus (emre) Abdal Ocağı, Toroslarda Cılbak Baba ve Şıh Çoban Ocağı gibi onlarca rehber ocağı vardır. Bu ocakların büyük bir bölümü işlevini yitirmiştir.
1240 yılında Şeyh Hasanın kızı ile evlenen Celaleddin Harzemşah’ın oğlu Muhammed (Mehmet/Kal-Mem-Sır)’ın kurduğu “Dikme Dede Ocağı” süreklilk arzederek bugüne dek önemli bir işlev görmüştür.(36)
1613 yılında bugünkü Tunceli bölgesinden Sivas-Ulaş-Çavdarlı Köyü’ne giden Şeyhasanânlı Aşiretinin Seyyidânlı kolundan olan “Gilo-Gulgi”nin kurduğu köyde Rehberlik hizmetlerini yürütmesi ve soyununda günümüze kadar gelmesi de önemli bir tarihi vakadır.(37)

 
VI. ŞEYH HASANHANLI AŞİRETLERİ KONFERDEASYONU CEMAAT, OCAK, OBA VE OYMAKLARININ YERLEŞİM YÖRELERİ
Şeyh Hasanânlı Konfederasyonu (Şéx xasanxanli confederation): Oğuz Töresine uygun olarak önce ikili sonra on ikili bölünme ile 24 oymaktan teşekkül etmiştir.
“BÜYÜK” ŞEYH HASAN (Onar Köyü)……………….(OĞUZ)
(…OĞULLARI VE TORUNLARI………)
1. “KÜÇÜK” Şeyh Hasan (Ağdat Köyü) Torun……….(Boz-Oklar 12 Boy)
Küçük (ya da 2.nci) Şeyh Hasan’ın Üç Oğlundan…………….
Türediği kabül edilen 12 Oymak:
Hasanânlı Kolu: Abbashan, Bahtiyarhan, Ferhathan, Laçinhan, Karabali, Karikali,
Seyyid Kemal, Komeşli, İksorlu, Gülabi, Bütikanlı, Beyt oymaklarindan oluşur.
2. Sultan Seyyid (Bodik Köyü) Torun…………..(Üç-Oklar 12 Boy)
…………..Sultan Seyyid’in Üç Oğlundan………….
Türediği kabül edilen 12 oymak:
Seyyidânli Kolu: Arslan, Aşuran, Bal, Birman, Gav, Keçeli, Koç, Maksut, Rejik, Şam, Süleyman, Topuz, oymaklarindan meydana gelmiştir.
Şeyh Hasanlı Aşiretlerinin bu tip örgütlenmesi kanımızca Dedelik Kurumunun teşkilatlanmasıyla hayatiyet kazanmıştır. Şah İsmail’in Erzincan, Tercan’ın Sarukaya yaylasında düzenlediği 1500 yılındaki “Türkmen Kurultay”ında aşiretlerin böyle bir askeri yapılanmaya doğru örgütlendiği izlenimi tarihi vesika ve söylencelerde müşahade etmekteyiz.
Daha sonraları üç ana aşiretten meydana gelmiştir. Birincisi, on iki oymaklı Şeyh hasanlı kolu; ikincisi, yine on iki oymaklı Seyyidânlı kolu ve; üçüncüsü, Bahşişli ocak, cemaat, oba ve oymakları ile Şeyh Ahmet Dede cemaati olmak üzere bölüntülere ayrılmıştır…
Bahşişli ya da Bahşayış oymakları Anadolu ve Rumeli’nin değişik yörelerinde obalar halinde yerleşik ve göçer durumdadırlar. (38)
Koçgiri Aşireti’nin bazı oymak ve obalarının da Şeyh Hasanlı Konfederasyonuna bağlı olduğunu bazı araştırmacılar belirtmektedir. (39)
Balıyan Aşireti’nin bir bölümünü Malatya Doğanşehir bölgesine gelen Şeyh Hasanlıların bir kolu olan Seyyidan Aşiretinin Bal ve Birim oymaklarinın oluşturduğunu bilmekteyiz. (40) Sivas, Erzincan ve Malatya yörelerinde yaptığımız araştırmalar da her iki yazarı da (B.Öz ve H.N.Şahhüseyinoğlu’nu) doğrulamaktadır.
Şeyh Hasanânlı Aşiretlerine adını veren Şeyh Hasan; Bayat Boyu On-Er Oymağı’nın beyidir. Eski adiyla MUŞAR’da bugünkü Elaziğ’in Baskil ilçesi’nin Aydinlar bucaği’ndaki Kale’de yari özerk bir beylik (1196-1205)kurmuştur.Torunlarından 2.Şeyh Hasan’da Çemişgezek’te Beylik kurmuştur.
Türkiye coğrafyasının birçok yöresine dağılmış olan Şeyh Hasanlı Aşireti yaşlılarıyla görüşmemizde hepsinin ortak düşüncesi ve anlatımları Malatya’dan hicret ettikleri noktasından hareket etmektedirler. Balıkesir’den Erzurum’a, Çorum’dan Mersin’e değin Şeyh Hasanlı oymakları Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Malatya’dan bölgeye geldiklerini söylemektedirler. Büyük bir olasılıkla bu beyliklerin dağılma sürecinde ya da iç karışıklardan dolayı aşiret yurt sathına dağılma sürecine girmiştir. Göçebe olduklarından da bu dağılışta etken olmuştur.
Şeyh Hasanlı aşiret, oymak, oba ve cemaatleri adı ile kurucusu Şeyh Hasan’ın adını tarih yazıcıları değişik şekillerde telafuz etmektedirler. Şıh, Şeh, Şah, Şeyh, Şéx ile Hasanlı, Hasanlu, Xasanxanlı, Hasanhanlı gibi sözcüklerle yazaktadırlar.
Şeyh Hasanhanlı’ların Türkiye sathına dağılma ya da iskan bölgelerine gelince; “Başbakanlık Arşiv Belgelerine Göre Osmanlı İmparatorluğunda; Oymak, Aşiret ve Cemaatleri” inceleyen Cevdet Türkay, 17.yüzyıl itibariyle yörelere göre iskanlarını/yerleşme bölgelerini tesbit etmiştir. Bizim şu andaki Şeyh Hasanhanlı Aşireti üzerine saptamalarımızla, 18. yüzyılda belli kabilenin ve ailenin Sivas-Yozgat-Amasya-Samsun-Çorum gibi illere iskanı dışındakilerle çakışmaktadır. Cevdet Türkay’ın bu büyük belgesel araştırmasına göre Şeyh Hasanhanlıların cemaat, oba, oymak ve aşireti Anadolu’nun şu bölgelerindedir:
a) Şeyh Hasanhanlı, Çarsancak (Diyarbakır Sancağı) (41)
b) Şeyh Hasanhanlı (Şeyh Hasanlu) Kemah, Erzincan kazaları (Erzurum Sancağı) Çarsancak Kazası (Diyarbekir Sancağı) Eğin Kazası (Arapgir Sancağı) Çemişgezek Sancağı, Diyarbekir-Kiği Sancağı, Palu Sancağı, Erzurum, Malatya Sancakları. (42)
c) Şeyh Hasanlı (Şeyh Hasananlu) Erzurum, Malatya, Arapgir, Harburt (Harput), Adana, Tarsus, Sis (Kozan), İçel ve Çemişgezek Sancakları, Erzincan civarı, Çarsancak kazası (Diyarbekir Eyaleti) (43)
d) Balıkesir kazası (Karesi Sancağı) Kığı Kazası (Erzurum Sancağı)Cemaatin adı; (nam-ı diğer Disumlu ekradı) (Şeyh Hasanlı ekradı) (Şeyh Hasan)Bağlı olduğu topluluk: Ekrad yörükan taifesinden, Diyarbekir Eyaletinde vaki Çarsancak kazasında, Şeyh Hasanlu demekle maruf Disumlu (Dersimli) ekradı eşkiyası, huşunet ve ruunet ile meluf bir taife idi. (44)
e) Bayat,Bayadi, Bayatlı, (Bayatlu) Bayat: Ankara, Teke, Karahisâr-ı Sâhib Sancakları, Haymana Kazası (Ankara), Taşköprü Kazası (Kastômi Sancağı), Bağdad, Gümülcine Kazası (Paşa Sancağı), Arapgir Sancağı, Yâkub Beğ Derbendi (Karahisâr-ı Şarki), Rakka, Erzurum, Kengiri Sancakları, Söğüd Kazası (Hudâvendigâr Sancağı), Kars-ı Meraş Sancağı (Meraş Eyaleti) Bayat cemaati, Bozulus Aşiretindendir. Konar-göçer Türkmân Taifesden. (45)
f) Bali Cemaati: Kengiri Sancağı, Zile Kazası (Sivas Sancağı), Çorum Sancağı, Turhal Kazası (Sivas sancağı), Mecitözü kazası (Amasya Sancağı) Keban Madeni kazası (Malatya sancağı), Aksaray Sancağı konar, göçer ekrad taifesinden…(46)
Halen Sultan Onar Ocağı’na; Çorum’un Sırıklı, Palabıyık; Amasya’nın Guyma; Zile’nin Oktap, Kırımoluk; Keban’ın Nimri, Dingider gibi köyleri talip olarak bağlıdırlar.
Karabali Cemaati: Malatya, Erzurum,Kırşehir, Bozok, Diyarbekir, Çemişgezek Sancakları, Çarsancak Kazası, (Diyarbekir Sancağı), Kuruçay ve Kemah Kazaları (Erzurum Sancağı) İznikmid Kazası (Kocaeli Sancağı).(47) Karabali Oymağı Hozat’ın ‘İn Köyü’nden İzmit’e değin değişik yörelerde iskan edilmiştir. İzmit’in Köseköy ve Bayraktar Köylerinden bazi aileler kendilerinin Dersim’den geldiklerini söylemektedirler.
g) Bahşişli Oymakları:
1) Bahşiş, Bahşişli, Bahşişlu: İçel Sancağı; Anamur Kazası, Sis Sancağı (Kozan), Alaiye Sancağı, Selinti Kazası (İçel Sancağı) yörükan taifesinden…
2) Bahşayışlar, Bahşayışlı, Bahşayışlu: Adana Eyaleti; Sis Sancaği, Maraş Sancaği,Yeni İl Kazasi, Halep Eyaleti, Hazârgrad Kazasi (Niğbolu) Türkmen yörükân taifesi.
Bahşili (Bahşilu) Toyrak Kazası (Köstence Sancaği) (48)
3) M. Abdülhaluk ÇAY; Anadolu’da Türk Damgası adlı araştırmasında ise şunları yazmaktadır:
XVI. Yüzyılda Varna’da Karatekeli’lerin Tohtamış ve iki tane Bahşiş adını taşıyan köyleri vardı. Bugün de Hadım-Ermenek arasındaki Barcin-Balgusan yaylasında yaylayan, kışın Anamur-Gülnar köylerinde kışlayan Karatekeliler de Bahşiş Yörükleri olarak bilinmektedir. Diğer yandan büyük bir Yörük topluluğu olan Bozdoğanlar’ın bir boyu Tekelü adını taşımaktadır. (49)
4) Hilmi Dulkadir; IV Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresine sunduğu bildirisinde, Bahşişler için şunları söylemektedir:
İçel/Anamur’da Gerce Bahşiş, Karalar Bahşiş, Güney Bahşiş ve Muratlı Bahşişleri (Anamur-Gülnar) yerleşiktir. Beyazıtlı Bahşişleri de Mut’da yerleşiktir. Antalya’da Alanya yörükleri olarak bilinenlerde Bahşiş”tir; denilmektedir ki, Bahşişler’den bir grup Anadolu’ya gelerek “BAHŞİŞ” adını almiş ve çeşitli yerlere yerleşmiştir. Bu yerlerden biri de İçel bölgesidir. Başta Anamur olmak üzere, Gülnar, Silifke, Erdemli, Mut, Tat, Tarsus’ta “Bahşiş” adlı pek çok köye rastlanmaktadır. Bahşişlerle, Afganistan’daki Teke Türkmenleri’nin bir kolu olan Bahşiler arasında bir ilgi kurulmaktadır. Bahşiş dokumaları çok çeşitli tür ve aynı derecede çok yanışlıdır. (50)
5) Ali Rıza Yalman; Akdeniz bölgesinde Türkmen Oymakları üzerine araştırma yaparken, 21 Temmuz 1928 tarihinde Bahşiş Yörükleri’nin bulundukları yöreye de giderek incelemelerde bulunur ve şunları yazar: “Bugün, Alaçayır, Cumayalık, Konurcuk yaylalarına geçerek Bahşişler arasına girdim. Oymak, Bulgur Dağı’nın Bulgarsuyu adıyla anılan yaylasında, dağınık, geniş bir ovada yine dağınık bir halde yayılıyordu. Aşiretin güney-doğusu; Bulgar dağları ve Karagöl; Batısı, Bulgar Bozoğlan, Yüğlük tepeleri; Güneyi, Soğanlı ve Dudaklı Mehmet Ağa yaylaları; Kuzeyi, Karaman ve Ereğli sınırlarıyla çevrilmiştir… Bahşiş obaları yalnızca davarcıdır. Aşirette ekin ekmek adeti pek azdır… Bu aşiretin görgüsü de öbür aşiretlerden daha
çoktur. Halkı uyanık, becerikli, konuşkan ve şirin dillidir. Bahşişler 1773 yıllarında Ermenek kazasının Barçın yaylasından göçmüş ve buraları yayla edinmişler. Bugün aşiretin 110 çadırından başka, Niğde, Armutlu, Aladağ taraflarındaki ayrı obalarında da daha birçok Bahşiş bulunur. Bahşiş Aşireti’nin toprağı yoktur. Bu aşiret kışı Adana’nın güneyindei kiralık yerlerde kışlar.. Bahşiş büyüklerinden, Tekerlek Mustafa Bey, Mısırlı İbrahim Paşa zamanında yaşamış ve Mısırlı İbrahim Paşa ona 1840 yılında kılıç kuşatmıştır… Tekerlek Bey, bizim aşiretin son beyidir. 1912 yılında 120 yaşındayken Bulgar Dağı’nda ölmüştür. Mezarı buradadır. (51)
Şeyh Hasanhanlı Konfederasyonu Aşiretleri yüzlerce farklı “Oba Önderi”adları altında değişik yörelere köylere, kasabalara, kentlere yeleşmişlerdir.(52)
1) ABASÂNLAR: Ovacik, Hozat, Pülümür; Erzincan-Kırlangiç-Çağlayan-Karatuş; Tercan-Başbudak-Beşgözek; Kiği-Akimli-Estigkavak-Ayanoğlu-Güzgörü; Kelkit-Akdağ-Kömürlük; Erzurum-Aşkale-Gürkaynak-Koçbaba.Yukari-Abbasânlılara “Kalanlılar”da denmektedir.
2) ARSLAN UŞAĞI: Ovacık, Kemah
3) AŞURÂNLILAR: Ovacik, Erzincan
4) BAHTİYARLILAR: Hozat, Azerbaycan, Kuzey İran ve Horasan
5) BAL UŞAĞI:Erzincan-Çayirli, Pülümür, Ovacık,
6) BALIYANLILAR: Malatya.Bu aşiretin bir bölümü Şeyhhasanlı’dır.
7) BAHŞİŞLİLER: Keban, Baskil, Adana, Mersin, Antalya, Bulgaristan.
8) BİRMANLILAR: Erzincan,Ovacik, Pülümür
9) BÜTÜNKANLILAR: Erzincan,Tercan, Kiği
10) FERHATÂNLILAR: Hozat, Çemişkezek
11) GEVÂNLILAR: Hozat, Ovacik,
12) GÜLABİ UŞAĞI: Ovacik, Kemah-Herdif Köyü
13) HASANÂNLİLAR: Mazgirt, Kiği, İçel, Diyarbakir
14) İKSORLULAR: Malatya,Elaziğ,Mazgirt,Nazmiye,Pülümür,Hozat.
15) KALAN UŞAĞI: Malatya,Ovacik,Mazgirt.Yukarı Abâsan, Kesel, bozukanlı olmak üzere üç obaya ayrılır.
16) KARABALI UŞAĞI: Hozat, Ovacik, Çemişgezek. l700’lü yıllarda bu oymağın bir bölümü Kirşehir’de zorunlu iskân edilmiştir.Kocaeli yarımadası. (Köseköy ve Bayraktar, Gölcük)
17) KARİKALİ UŞAĞI: Erzincan, Pülümür.
18) KEÇELİ UŞAĞI: Ovacik-Çat-Eğimli-Çambudak-Balveren-Aktaş-Yakatala
19) KIRGANLILAR: Hozat-Deşt, Ovacık-Eğrikavak-Çemberlitaş
20) KOÇ UŞAĞI: Hozat, Çemişkezek, Ovacik, Kiği (Holhol) Kurmeşli, Erzincan, Pülümür- Altınhüseyin.
21) KOÇGİRİLİLER: Bu Aşiretin bir bölümü Şeyh Hasanlı’dir.Sivas, Erzincan, Kayseri, Maraş, Tunceli.
22) KORMEŞLİLER: Erzincan,Pertek.
23) LAÇİNÂNLILAR: Hozat,Ovacik.
24) MAKSUT UŞAĞI: Hozat,Ovacik.
25) PEZGEVRÂNLILAR: Hozat,Pertek,Ovacik.
26) REJİK UŞAĞI: Çemişgezek,Hozat,Ovacik.
27) SEYYİDÂNLILAR: Tunceli,Pertek,Mazgirt,Hozat-Karabekir-Balkaymak; Nazmiye, Çemişgezek-Karacaköy.
28) SEYYİD KEMAL UŞAĞI: Erzincan,Ovacik
29) SÜLEYMAN UŞAĞI: Ovacik
30) ŞAM UŞAĞI: Ocacık-Otlubahçe-Tozkoparan-Bilge
31) ŞAVALANLILAR: Erzincan-Tercan-Sarikaya-Gedikdere-Sağlica-Çakmakli-Çayirli-Eşmepinar-Boğazli-Kavakli-Harşen; Tunceli, Nazmiye, Pülümür.
32) ŞEYH AHMED DEDE UŞAĞI: Elazığ-Keban-Baskil, Malatya
33) ŞEYH HASANÂNLILARIN OBALARI : Baskil, Arapğir, Keban, Eğin, Sivas,Tokat-Oktap, Kırımoluk, Almus, Büyük-Agöz, Yozgat-Çerçi-Göçetköm; Amasya-Guyma, Çorum-Palapıyık-Sırıklı; Samsun- Ladik-Karapınar köyü,Vezirköprü, Malatya; Adiyaman, Elaziğ;Kale,Zırkı,Adaf,Denizli,Pınarlar,Dingider,Eğribük,Korucuk, Tunceli ,Ovacik, Mazgirt, Pülümür- Dereboyu-Çakirkaya-Koçtepe-Karagöz-Boğal; Gümüşhane-Kelat-Çömlekçik, Kozoğlu, Devekurusu, Güllüce, Obalar, Artdağ, Erzican;Palanga, Çayırlı-Bozağa,Yeşilbük, Büyükyayli, Çayönü, Şengül, Sürümlü, Yaylakent, Sarıtaş, Hozanli, Yaylalar, Tosunlar, Çiftlik, Balibey, Oğultaşı; Maraş-Alibey, Ulaş-Çavdarlı, Zara-Sancakkale, Erzurum-Aşkale, Bingöl, Muş,Diyarbakir, Adana-Kozan, Mersin-Tarsus, Ermenek, Antalya, Ankara, Balikesir-Edremit, Bigadiç.
34) TOPUZ UŞAĞI: Ovacık, Pülümür

Yazımızın birinci bölümü sonu. İkinci bölümümüzü okumayı unutmayınız.

Yorumunuzu Yazınız

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir