TÜRK KİMLİĞİ

türk kimliği

türk kimliği

TÜRK KİMLİĞİ

Türk Kimliğini oluşturan unsurları inceleyen bu kitap bir çok konuya ışık tutmakta. Ayrıca Türklerin, Türk varlığının ve Türk kültür tarihinin kökleri sıralanmaktadır.

KİTABIN YAZARI : Bozkurt GÜVENÇ

BASIM TARİHİ 5 nci Basım 1997

KİTABIN ÖZETİ :

Kimlik insanın kendisini nasıl algıladığı, kimle özdeşleştirdiğidir. Kimlik bir kültür sorunudur. Kişiler,toplumlar tarihlerini biliyor, benimsiyorlarsa mantık açısından,kimlik arayışı veya sorunu olmaması gerekir. Kişi içinde toplumun bildiği tarihini biliyorsa “Kimsiniz, kimlerdensiniz” sorusunun yanıtlarını da biliyor demektir. Herkes kimliğini bilirse,kimlik de sorun olmaz. Ancak, toplumun tarihi yazılmamışsa, benimsenmiyorsa, ortada talihsiz bir durum vardır: O da tarihsizliktir. Tarihsizlik varsa, bilinmeyenleri arama çabası ve kimlik sorunu var demektir.

Kimlik varlık bilinci için, kültür tarihi gerekli fakat yeterli değildir. Toplumun kültür tarihi yazılmamışsa, kimlik bunalımı ya da arayışı kaçınılmaz olmaktadır.

Türk aydını ve düşünürü aslında Gülhane Hatt-I Hümayunu ve Tanzimat Fermanı’ndan bu yana en az yüz yıldır kimlik arayışı içinde idi. Sorunun sadece adını koyamamıştı. Aranan kimlik Meşrutiyet, Osmanlıcılık, Hürriyetçilik, Türkçülük, Bağımsızlık, Anadoluculuk, İnkılapçılık, Çağdaşlık, Cumhuriyetçilik, Turancılık, Demokratlık, Kalkınmacılık, Milli Birlikçilik, Batıcılık, İslamcılık, Laiklik, vb. sloganlarla dile getirilmişti. Sayılan bütün bu hareket ve eylemlerin arkasında bilinçli ya da simgesel bir kimlik arama çabası yada bulma umudu vardı. Yani kimliğimizi uzun yıllardır arıyorduk. 1980’ lerde de bulamadık, sadece çözümü aranan sorunun adını koyduk.

Bazı görüşler belirtilmiştir. Bir görüşte “Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, batı medeniyetindenim” denilmektedir. Ziya Gökalp’ e göre ise İslam dini milletin özünü, Batı medeniyeti görünüşünü, Türklük ise milli varlığın adını ve ülküsünü oluşturmaktadır. Ulu Önder Atatürk’ün kültür ve uygarlık anlayışı şu şekildedir: “Tarihi gerçekçidir. Akılcı ve bilimcidir, kavram ve kapsamda bütüncüdür. Evrimci ve yenilikçidir. Çağdaş ve batılıdır. Milliyetçi değil, yani laiktir.”

Milli varlığın sorunları dil, duygu, din, tarih, eğitim, bilim, sanat, sağlık-hastalık, üretim-tüketim, övünç-güvenç, güvenlik ulaşım ve iletişimdir.

Türklerin, Türk varlığının ve Türk kültür tarihinin kökleri şöyle sıralanabilir :

1. Türklerden önceki Küçük Asya(Anadolu) kültürlerine ve insanlarına,

2. Küçük Asya’ya gelip yerleşmeden önceki Orta Asya Türk boylarına,

3. Küçük Asya’yı fethedip yerleşen Müslüman, Türkmen veya Oğuzlara,

4. Anadolu’da fethedilen,Müslümanlığı kabul ederek Türkleşen yerlilere,

5. Batılı, çağdaş ve laik Türklere kadar,

Bunların hepsi biziz, biz hepsiyiz.

Geçmişten günümüze dek Türklerin çeşitli din ve inanışlar olagelmiştir. Bunlar Şamanlık, Konfüçyüsçülük, Budizm, Taoculuk, Musevilik, Hrıstiyanlık, Manihaizm ve İslamiyettir.

Birçok Türk devleti Türk tarihinde yerlerini almıştır. Göktürler, Uygurlar, Kırgızlar, Selçuklular, Osmanlılar….

Osmanlı Devleti yerini aldığı Roma İmparatorluğu gibi, çeşitli din, dil ve kültürlerden oluşan dünya imparatorluğu olarak kuruldu.

Osmanlı düşüncesinde,Türk – Türk olmayan ayrımı yerine yöneten devlet (Asker), yönetilen halk (Tebaa) ayrımı vardı.

Cihan Hakimiyeti Mefkuresine sahip çıkan devlet,kısa süre sonra Hilafeti de üstlenerek Selçuklu’ dan miras kalan İslam devleti kimliğini sürdürmüştür. Bu anlamda, Osmanlı devleti hem Selçuklular ile Bizans’ın,hem de doğunun devamıydı denilebilir.

Türk devrimi, Cumhuriyeti aşarak çok partili demokrasiye ulaşmakla gücünü göstermiştir. Ama “Türk mü, İslam mı ? ikilemi yeniden gündeme geldi. Türk Silahlı Kuvvetlerinin 27 MAYIS Milli Birlik girişimi, devrimci kadrolara moral verdi. Ama Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları da yabancılaşma sürecinin dışında kalamadı.Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşları, 1950 Demokrasi devrimiyle, 12 Eylül 1980 Hareketin getirdikleri laik vatandaş kimliklerini alıyorlardı.Tabii bu arada çeşitli kutuplaşmalar ortaya çıktı. Köylüler ile kentliler, kentliler ile arabeskçiler, kadınlarla askerler, kamudaki bürokratlarla serbest pazarcılar arasında özel sektör…..”

Türk Tarih Kurumu ,Türk Dil Kurumu ile Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, devrimci hareketin içinde olsun olmasın, bütün Türk vatandaşlarına kim olduklarını yani Türk tarihini Türkçe anlatmak amacıyla kurulmuştur.

Türk devrimi, Mustafa Kemal’in Ankara’da açılan ilk meclis binasına “Hakimiyet Milletindir.” levhasını asmasıyla ilan edilmiştir. Gerçek bir devrimdi. Çünkü Osmanlı Devletinde egemenlik Allah’a aitti. Kemalizmin sonradan anayasaya geçirilen laiklik ilkesi ile büyük devrim uygulanmıştır.

Atatürkçü çağdaşlaşma devriminin Atatürk’ten sonraki gelişme serüveni bugün karşılaştığı bunalımlar, Türk Silahlı Kuvvetlerini onarımcı girişimlere zorlamıştır. Ordu bunu (Atatürk devriminin koruyuculuğu görevini) her zaman sürdürecektir.

Batının teknolojisini alıp kullanabilmek için Batı kültürünü anlamak, bilimini alıp hayatımıza uyarlamak zorunluluğu vardır. Teknolojiden yararlanmak, Japonların kanıtladığı gibi, ancak onu üretecek düzeye gelmekle mümkündür. Kültürsüz teknoloji taklitçilik olur ki, onunla ancak yeni sömürgeciliğe varılır. Çağdaşlık, teknolojiyi kullanmak değil, üretmektir.

Bizim yaşamış olduğumuz sorunun çözümü,doğu-batı,kuzey-güney gibi coğrafi yönlerde değil zaman kavramında, yani ÇAĞDAŞLIKTADIR. Sorun evrensellikten kurtulup nasıl bir “Merkez Ülke” olacağımızdadır. Kimliğimizi ancak çağdaşlıkta bulabilir, varlığımızı çağdaşlaşarak koruyabiliriz. Kimselere benzemeye kalkışmadan kendimiz kalarak yaşamalıyız.Zaten istesek te benzeyemeyiz. Kimlik bunalımı; değişerek kimliğini yitirmek değil, tarihini öğretememekte direnmek-yani değişmemek, yaşanan değişmelere ayak uyduramamak sorunudur.

İstikrar içinde, sürekli kalkınacaksak; kalkınmanın yükleriyle nimetlerini halkça ya da daha hakça bölüşmek,yani gelir dağılımını düzeltmek zorundayız. Yöresel çarşılarımızı uluslararası pazarlara açarken ulusallığımızı yitirmemeye dikkat etmeliyiz. Paramıza sahip çıkmak zorundayız, saygınlığını korumalıyız.Pazarlarımızın zenginliği, güvenirliği, sağlıklı gelişme gücü ile de övünebilmeliyiz.

Ülkemizin bölünüp parçalanmasını istemiyorsak onun yalnızca turistik kıyılarına değil bütününe sahip çıkılmalı, endüstri de hizmetler de ,çalışma olanakları da dengeli biçimde dağıtılmalıdır.

Çok uluslu, dinli ve dilli Osmanlı’da dinle devlet işleri birlikte idi. Laik Türkiye Cumhuriyetinde bu iki kurum birbirinden ayrılmıştır.

Eğitimde, çalışma hayatında kadın-erkek eşitliğinin sağlanması zorunludur. Başka bir deyişle laiklik; kadınlarımız eşit vatandaş durumuna gelebildiği oranda sağlanmış olacaktır.

Eğitim de her şeyi öğretmek yerine az sayıda seçilmiş konuları çok iyi öğreterek, öğrenmeyi öğretmek yolu izlemektedir. Eğitim-öğretim ayrımı terk edilmiştir. Bilim ve sanat eğitimi aynı çatı altında yapılmaktadır.

Kimlik sorununun çözümü, toplum ile birey arasındaki karşılıklı ilişkilerin güven ve övünç içinde yürümesine bağlı görünmektedir. Bu duyguyu sağlamanın yolu kuşkusuz milli eğitimdir; ama ulusal birlik ile bir örnekliği birbirinden ayırabilen bir milli eğitim bilinci !

Dış dünyadaki imge sorunlarımızın çözümü de içerideki kimlik sorunumuzun çözümüne bağlı görünmektedir. Evet, durum umutsuz değil, ama durumu ya da umudu yeterince ciddiye alıyor muyuz? Önemli olan bu.

Yorumunuzu Yazınız

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir