Güzel Konuşma VE Yazma Sanatı

GÜZEL KONUŞMA VE YAZMA SANATI –

Ömer Sevinçgül

BÖLÜM – I

TAKDİM

Yirmi yıldır yazıyorum.
Sekiz tane yayınlanmış kitabım var.
Ve hâlâ edebiyat sanatının inceliklerini anlamaya çalışıyorum.
Uzun ve ince bir yol…

Bu merak bende bir kitapla başladı.
On beş yaşındaydım.
Bir kitap okudum, etkilendim ve karar verdim: Yazar olacağım!


Okuyucuya sorarsanız, oldum.
Yayıncılar da “oldun” diyorlar.
Bana sorarsanız, olma yolundayım.Yazar olmak için iyi bir okuyucu olmak gerekiyordu, ben de bol bol okudum.
Sayısız deneme, hikaye, roman…
Bir de edebiyat sanatını anlatan kitaplar…
“Yazma sanatını anlatan kitapların bana faydası oldu mu?” diye sordum kendime.
Evet, olmuştu.
Buna inanmasaydım elinizdeki eseri hazırlamazdım.

Bu alanda bir sürü nazari eser vardı, ama özlü bir kitap yoktu.
Bu konu ile ilgili bütün eserleri süzdüm ve özünü aldım.
Sonra yazarlık ve editörlük deneyimimi de koydum yanına.
Malzeme hazırdı, yazmaya başladım.
Sade bir dil kullandım.

Kitap basıldı, okundu ve sevildi.
Aradan yıllar geçti.
Beşinci baskısı yapılmadan önce yeniden okudum.
Tatmin olamadım.
Daha iyi bir hale getirilebilirdi.
Ben de onu yeniden ele aldım.
Sanırım daha olgun ve ergin bir hale geldi.
Ve umarım yararlı olur.

Ömer Sevinçgül
 
NASIL BİR DÜNYA ?

Yazarlık dışarıdan bakana kolay ve parlak görünür. Gerçekte zor ve çileli bir iştir. Söz sanatkarı olmak… Azim gerek, sabır gerek ve tükenmez gayret gerek. Gecesi yok, gündüzü yok. Kelimelerle, kavramlarla, olaylarla dolu bir kafa. Kanlı bir savaş meydanı. Bir buluşun coşkusu, yeterince işleyememek korkusu, arayış, ümitsizlik… Sonra ümit ve uykusuz geçen geceler.
Yayınlatmak da ayrı bir dert. Düzenli yayınlanan edebiyat dergileri azdır bizim memlekette. Her ay yeni dergiler çıkar büyük ümitlerle. Bir iki sayı görünür, sonra kaybolur. Bata çıka yürüyoruz. Uzun ömürlü dergilere ulaşmaksa pek zordur. Gönderirsin, okumazlar. Okusalar bile nadiren ilgi gösterirler. O günlerde gelen yazılarla kim ilgileniyorsa onun insafına kalmıştır yazınız. Canı isterse bir göz atar belki. Cevap yazmak, yazınızın akıbeti hakkında bilgi vermek, eleştirmek, yönlendirmek… Geç bir kalem! Daha beteri de var, dergide bir tanıdık varsa şansınız yükselir, yoksa siz de yoksunuz demektir. Ahbaplık ilişkisi bizim edebiyatımızda da son derecede geçerlidir.
Başka bir yolu daha vardır yazılarınızı yayınlatmanın: Kendiniz kitap bastırabilirsiniz. Elbet paranız varsa… Bu da çıkmaz yol. Genellikle parasız insanlardır edebiyat heveskarları. Bir yerlerden derleyip toplayıp kitap bastırdılar diyelim, yine sorun… Okuyucuya nasıl ulaşacaksınız? Kitap, evinizin bir yerinde yıllarca bekler. Yayın araçlarıyla tanıtılmayan bir kitabı kim niye alsın?
Sözde eleştirmenler vardır ülkemizde. Bazı dergilerin, gazetelerin bir yerlerinde ahkam keserler. Bütün yaptıkları tanıdıkları yazarların eserlerini ölçüsüzce övmek, tanımadıklarıyla da ilgilenmemek. Bir de dünya görüşü girer devreye. Kendi fikrinde olmayan bir yazar asla var olamaz bu dünyada.
işte edebiyat dünyamızın hali! Böyle bir ortamda yazar olmak… Daha yolun başındayken hevesinizi kıracak bir sürü sebep.
Bunları anlatmak istemezdim, ama ne yapayım ki gerçekleri söylemeden edemiyorum. Hazırlıklı olun da ona göre adım atın istiyorum. Bütün bu olumsuzluklara rağmen yine de bu yolda yürümek istiyorsanız tebrikler!
Sorun kendinize: Yazar olmak istiyorum, ama bu istek geçici bir heves mi, yoksa şiddetli bir arzu mu? Yazmadan yaşayabilir miyim? Bu uğurda zevkimi, rahatımı, huzurumu feda edebilir miyim? Evet mi? Şu halde karar verin, başlayın ve asla geriye dönmeyin!
O zaman bu konudaki son sözümü de söylemeliyim: Bütün olumsuzlukları yaşayarak yazar olanlar da var ülkemizde. Muhtemelen siz de olabilirsiniz!

TEMEL NiTELiKLER
Burada “yazar” derken gerçek yazarları kastediyorum. Eline her kalemi alan gerçek anlamda bir yazar olamıyor. Herkes birşeyler yazabilir, bunları bir araya getirip ahbapları ve parası vasıtasıyla kitaplar da yayınlayabilir. Biçimce herşey tamamdır. Ya muhteva? Ya dil? Ya üslup? Kimin umurunda! Basılıyor, satılıyor ya, yazarı da tanınıyor ya, mesele tamamdır. Kalem tutmasını biliyor, yazı da yazıyor, daha ne istersin! Bu türden “yazar!”lar var ülkemizde, sayıları da bir hayli kabarık. Ne yazık ki, halisini sahtesinden ayıracak eleştirmenler henüz yok ortalarda, ya da pek az.
Ya okuyucular? Kitabın halisini sahtesinden ayırabilicek, birincileri baş tacı edip ikincilere geçit vermeyecek okuyucular o kadar az ki.
Bizim okuyucularımızın kalite ölçüsü şudur: Popüler gazete, dergi ve sair yayın organlarında hangi kitaptan sıkça söz ediliyorsa onu alırlar.
Çok satılan kitap iyi kitaptır.
Düşüne düşüne, sindire sindire okumazlar. Hoşça vakit geçirtsin, yeter.
Derinliklerden korkarlar.
Yükseklerde başları döner.
Sıradışı okuyucular da yok değildir elbet. Bunların da sayıları o kadar azdır ki yayıncıların ilgisini bile çekmez.
Sorarım size, bir ülke ki nitelikli kitaplar yayınlayan yayıncıları az, bir ülke ki kaliteli kitaplar arayan okuyucuları nadirattan, bir ülke ki eleştiri mekanizması henüz kurulamamış, bir ülke ki yazarın önünde aşması gereken daha bir sürü engel var, o ülkede edebiyat nasıl gelişir?
Bu kadar karamsarlık yeter sanırım. Böyle de olsa bu ülke bizim ülkemiz, bu dil bizim dilimiz ve bu edebiyatı geliştirmek bizim görevimiz! Aslan asker olmanın tam zamanı!
Biz konumuza dönelim de gerçek bir yazarın sahip olması gereken özelliklerden bazılarını sıralayalım:
Yazarlar zeki insanlardır. Aptallar gerçek yazar olamazlar. Ama olmak isterler. Çünkü aptal olduklarını da anlayamazlar. Anlayabilselerdi zaten aptal sayılmazlardı! Garip bir ülke bizimkisi, aptallarca alkışlanan aptal yazarları bile vardır bu ülkenin! Köylümüz ne güzel söylemiş: “Bitli tahılın kör alıcısı olur!”
Hakiki yazarlar namuslu adamlardır. Namussuz yazarın gerçekleri yazmak gibi bir derdi yoktur. Parayı kimden almışsa onun zurnasını çalar. Kalemleri satılık, ya da kiralıktır. Sanat paranın aracı olmuştur. Naylon ev gereçleri gibi naylon sanat eserleri üretirler. Genellikle günceldirler, kısa zamanda parlar ve sönerler.
Yazarda dil hâkimiyeti normalin üstündedir. Kelime hazinesi çok geniştir. Bu sayede okuduğunu iyi anlar, iyi düşünür, fikirlerini doğru ifade eder. Çok okur. Yeni bilgiler edinmesi, kendini yenilemesi ve malzeme toplaması için buna ihtiyacı vardır. 
Kulaktan dolma bilgilere güvenmediği için bunların aslını araştırır. Yanlış bir bilgi yayın organları vasıtasıyla bine çıkacak, okuyucuyu yanıltacak, yazara olan güven de sarsılacaktır. Bu vahim sonuçlarla karşılaşmamanın yolu, ciddî ve sistemli araştırmalardan geçer.
Masa başında oturarak güzel, doğru ve tesirli yazılar yazmak ve “gerçekleri” dile getirmek çoğu zaman mümkün olmaz. Yazar, cemiyetin içinde olmalı, olayları yerinde incelemeli, insanlarla konuşmalı, onları anlamaya çalışmalıdır. Bu zahmetlere katlanabilen yazarların eserleri daha canlı ve daha tesirli olacaktır.
Yazar bakmasını bilen insandır. Başkalarının göremediği ayrıntıları görür, olayların perde arkasını sezer, bilinenden hareketle bilinmeyeni tesbite çalışır. Sonuçlarla yetinmez, sebepleri de araştırır.
insanları anlamak, hangi hallerde nasıl davranacaklarını bilmek de yazarın vasıfları arasındadır. insanı tanımayan, meyillerini, arzularını ve emellerini farkedemeyen kişilerin, onlar hakkında doğru hükümlere varması mümkün olmaz.
Yazar, fikir sistemlerini bilmeli, insanların hangi cereyanlara, nasıl kapıldıklarını anlamaya çalışmalıdır. Bu da felsefe, sosyoloji ve iktisat gibi bilimlerde genel kültür sahibi olmayı gerektirir. Felsefî ve sosyal kültür sahibi olmak, meseleleri çözümlemekte büyük kolaylıklar sağlar. 
Yazar, sistemli ve doğru düşünmeyi öğrenmeli ve çok düşünmelidir. Esasen, doğru düşünmeyi öğrenmenin yolu, çok düşünmekten geçer. Ancak iyi düşünen yazarlar iyi yazabilirler. Açık ve tesirli bir yazı için ilk şart, sağlam ve aydınlık düşüncedir. Meseleleri kavrayamayan, mânâlar arasındaki hassas münasebetleri göremeyen kişiler, yazılarını gereksiz süslerle doldururlar. Ortaya tutarsız ve bulanık bir lâf kalabalığı çıkar ki, bunun da sanatla ilgisi yoktur.
Sağlam düşünmek de yetmeyebilir. Bilhassa sanat ağırlıklı yazılar yazmak isteyenlerin hassas, duygulu ve kuvvetli sezgi gücüne sahip kişiler olmaları gerekir.
Çünkü, edebî yazılarda fikir kadar, duygulara da yer verilir. insan münasebetlerini kaba, basit eşya münasebetlerine indirgeyen, meseleleri hep mekanik yollarla, hususî halleri nazara almayan formüllerle ve özellik tanımayan genellemelerle çözmeye çalışanlar edebi yazılar yazamazlar.

TÜRLER, YOLLAR, ENGELLER…
Bazı edebî türleri çok çalışarak ve devamlı alıştırmalar yaparak iyi yazmak mümkün olabilir. Fakat şiir, hikâye, deneme ve roman gibi türler özel kabiliyet ister. Kendine uygun türü daha işin başındayken tayin eden ve o yolda yürüyen yazarlar daha başarılı olurlar. Kabiliyet tesbiti, deneme yanılma yoluyla yapılır ve zaman ister. Bu devrede harcanan emek ve zamanın boşa gittiği düşünülmemelidir. Aksine, insanları başaramayacakları bir sahaya girmekten kurtaracağı için çok önemlidir.
Hiç kimse yazar olarak dünyaya gelmez. Bu meleke, kabiliyetin yanısıra çalışmakla elde edilir. Bu sanatın sırrını bilmeyen heveskârlar, her şeyin “ilhâm”la olup biteceğini zannederler. Tabii yanılırlar. ilhâm, siperdeki asker gibi her yerde sabırla beklemesini bilen dikkatli yazarlara gelir. 
Yazarın önündeki ilk ve en önemli zorluk disiplin meselesidir. Günün belli bir saatinde masaya oturup, kayda değer bir miktar yazı yazmak kolay değildir. insan nefsi disiplinden kaçar. Akla gelmedik bahaneler uydurur. 
Zamanı iyi kullanmak gerekir. insan ömrü sınırlıdır. Lüzumlu vazifelerin hepsi bu kısa ömürde yapılacaktır. Bazı insanlar, işlerinin çokluğundan, zamanın yetmediğinden bahsederler. Bu sözlerinin doğru olup olmadığını anlamak için zamanı plânlayıp plânlamadıklarına bakılmalı. Esasen bu kısa zaman, yapılacak işlere göre düzenlenirse herşeye yeter.
Çok büyük işler yapan insanların da günleri yirmi dört saat değil miydi?
Yazar, günde bir veya iki saatini yazmaya ayırmalı ve hergün belirli bir saatte masa başına oturmalıdır. Diğer işlerini bir program çerçevesinde yürütürse, bu mümkün olabilir. Ayrılacak saatlerin dokunulmazlığı olmalıdır. Bu müddet, zihinde beliren mânâları kelimelerle ifade etme zamanıdır. Masa başına ne yazacağını bilmeden ümitsizce oturanlar, başarılı olamazlar. Yazma işi, daha ziyade zihinde olur ve günün her saatinde devam eder. Ayrılan iki saat ise, olgunlaşan fikir, duygu, karakter ve olayları yazıya dökme zamanıdır.
Bazı kimseler yazmaktan korkarlar. Onlar için, yazmaya başlamak bir işkencedir. Kendi ifadeleriyle, bunlar “uygun zaman”ı beklerler. O zaman geldiğinde bir çırpıda harika eserler yazacaklarına inanırlar. Bu, boş bir hayâldir. Başarılı eserlere yazarak ulaşılır. Ancak devamlı yazan, her yazışında biraz daha ilerleme kaydedenler mükemmele ulaşırlar. Yazmamak değil, yeterince iyi olmasa da yazmak meziyettir. Kaldı ki, yazılan yazıyı değiştirmek, üstünde çalışarak düzeltmek de mümkündür.
Böyle kimselere söylenecek söz şudur: Nasıl olursa olsun yazın. Belli bir zaman kararlaştırın ve içinizden gelenleri kâğıda dökün. Onu düzeltmek de sizin elinizde, yırtıp atmak da.
Bir kısım heveskârlar da tam aksine çok yazar ve yazdıklarını hemen yayınlatmak isterler. Bu da yanlıştır. 
Edebiyat dünyasına yeni girenlerin, başkalarını taklit ile işe başlamalarına bir derece müsâmaha ile bakılabilir, fakat bunu devam ettirmelerine asla! Yazar, hususî duyuş ve düşünüş tarzına göre bir anlatım biçimi kazanmalıdır.

TEKNiK DETAYLAR… 
Yazar mütemadiyen fikir üretir, duygularını şekillendirmeye ve sezgilerini tesbite çalışır. Bu sırada çok güzel malzemeler keşfeder. Bu sebeple, yanında bir defter, yahut fiş denilen küçük kâğıt parçaları bulundurması, mühim keşiflerini ve orijinal malzemelerini hemen kaydetmesi lâzımdır. Aksi halde bunlar unutulabilir. Bunun ehemmiyetini çok iyi anlayan bazı yazarlar, daha da ileri giderek, yanlarında bir teyp bulundurmaya, önemli hususları banda kaydetmeye çalışmışlardır.
Kalem mi kullanılmalı, daktilo mu? Her ikisi de kullanılabilir. Yazar, hangisiyle daha başarılı oluyorsa onu seçmelidir. Fakat her iki halde de, yazının tashihinden sonra eser daktilo edilmelidir. Bu, yayıncı üzerinde iyi tesir bırakacaktır. Karmakarışık yazılarla dolu bir kâğıt tomarının hoşa gitmeyeceği bilinmelidir.
Bilgisayarın da yazarlar için mükemmel bir çalışma aracı olduğu daima hatırlanmalıdır.
Yazı hayatına yeni başlayanlara söylenmesi gereken en önemli hususlardan biri de şudur:
Kısa yazılarla işe başlayın. Makaleler, sohbetler, kısa hikâyeler ve tek perdelik piyesler sizin için iyi bir tecrübe olur. Kısa yazıların, yine kısa zamanda yazılıp ortaya konma özelliği vardır. Tashih etmek çok daha kolaydır. Hatalar açıkça görülür. Başarılı olamadığınız zaman uzun bir yazıda olduğu kadar ümitsizliğe düşmezsiniz.
Bir başka tavsiye daha: Eserinize son şeklini verdikten sonra periyodik yayınlar yapan veya kitap neşreden bir yayınevine gönderin. Basılmayacağını bilseniz bile göndermekten çekinmeyin. istediğiniz sonucu elde edemezseniz ümitsizliğe kapılmayın.
Yazar, insanları yönlendiren kişidir. Eserleriyle okuyucularına tesir eder. Onlara doğru ve faydalı fikirler, olumlu ve yapıcı hisler telkin edebileceği gibi, bunun tersini de yapabilir. Şu halde mesuliyetini bilmeli, insanlara faydalı olmayı gaye edinmeli, kısacası, rehberlik görevini kötüye kullanmamalıdır. “Sebep olan, yapan gibidir” sözünü unutmamalı, iyi fiillere vasıta olmaya gayret etmelidir.
Yazar, edebiyatın “edep” kökünden geldiğini bilmeli, ahlâksızlığın tellâllığını yapmamalıdır.
Yazarlık yolu çetindir. Sabır, sebat ve çile ister. Fakat o nispette de zevklidir. insanlara faydalı olmak, yol göstermek az şey midir? Bu, bir fâninin erişebileceği en güzel mazhariyetlerden biri değil midir?
 
OKUMA SANATI

Bilgi ve kültür sahibi olmak, doğru düşünmek, güzel konuşmak, açık ve tesirli yazmak isteyen herkesin başvurabileceği ilk ve en önemli kaynak kitaptır.
Kitap, size istediğiniz zaman ders vermeye hazır bir öğretmendir. Onu yanınızda taşıyabilir, dilediğiniz zaman bilgi alabilirsiniz. Para, yiyecek, giyecek istemez. Tek istediği sizin dikkatiniz ve alâkanızdır. Sert konuşmaz, kalbinizi kırmaz, sizi notla korkutmaz. Canınızın istemediği zamanlarda bile ders vermeye kalkışıp sizi üzmez. Soru sorabilir, onunla tartışabilir, fikirlerini kabul etmediğinizi söyleyebilirsiniz. Üstelik, beğenmediğiniz öğretmeni değiştirmek elinizdedir.
Büyük insanlarla konuşmayı herkes arzu eder. Bunun bir yolu da okumaktır. Bir kitabı dikkatle okumak, yazarıyla saatlerce sohbet etmek demektir. Eserleri vasıtasıyla onların dünya, insan ve hayat hakkındaki fikirlerini öğrenebilirsiniz.
Kitaplar, insanlar ve asırlar arasında bilgi alışverişini sağlayan vasıtalardır. Kezâ, değişik bölgelerde ve ülkelerde yaşayan insanlar arasında bilgi alışverişini de büyük çapta kitaplar temin eder.
Kitap, dergi ve gazeteler, yazar için zengin birer konu ve malzeme kaynağıdır. Fikrini destekleyecek malzemeler arayan makaleci, olay bulmakta güçlük çeken hikâyeci bunları okuyarak elde edebilir. Bazan bir hâdise yazara ilhâm verir, bir cümle yeni ufuklar açar.
Kıymetli eserler, insana düşünmeyi de öğretir. Doğru fikirlerin mantıkî bir düzenle sıralandığı eserleri okuyan kişi, zamanla daha iyi düşünmeye başladığını farkeder. Anlama kabiliyeti gelişir. Duyguları keskinleşir, sezgi gücü artar. Olayları ve insanları anlamakta, meseleleri çözümlemekte ustalık kazanır.
Okumak, kelime hazinesini zenginleştirir ve dili öğretir. imlâ kaidelerinin nerede ve nasıl uygulanacağına dair pratik bilgiler verir. Cümlenin nasıl kurulduğunu, paragrafın nasıl teşkil edildiğini, bir yazıyı tesirli kılan faktörlerin neler olduğunu okuyarak sezmek mümkündür. “Sezmek” diyorum, çünkü bu çoğu zaman farkına varılmadan elde edilen bir özelliktir. Mütemadiyen iyi eserler okuyanlar, bir süre sonra, güzel konuşmak ve doğru yazmakta önemli mesafeler katettiklerini görürler.
Mesleğinde yükselmek ve başarılı olmak isteyenlerin de yapması gereken önemli bir iştir okumak. En çok fayda sağlayacak kitapları ve dergileri tekrar tekrar okuyan ve öğrendiklerini uygulayanlar için başarı yolları açıktır.
Bir edebî eserin hergün bir miktarını yüksek sesle okumak da çok faydalı bir usûldür. Böylece kelimeleri doğru telâffuz etmeyi öğrenir ve seri konuşma alışkanlığı kazanırsınız. Nihayet, güzel konuşan ve çevresindeki kimseler tarafından zevkle dinlenen bir insan olursunuz.
insanda bir kitabı okuduktan sonra bazı değişmeler olmalıdır. Bir eseri dikkatle okuyan ve anlayanlar, eğer öğrendiklerini uygulamıyorlarsa, istifadeleri noksan oluyor demektir. Diyelim ki, başarılı olmanın şartlarını anlatan bir kitap okudunuz ve nice mühim bilgiler kazandınız. Bunu hayatınıza uygulamıyorsanız, öğrendiğiniz bilgiler önemli ölçüde boşa gitmiş olmaz mı?

NELER OKUMALIYIZ?
Bu hususta söylenebilecek ilk söz şudur: Sistemli okuyunuz; rastgele, her elinize geçen kitabı okumayınız. Sizin için en faydalı kitapları güvenilir bir rehberin de yardımıyla seçiniz ve bunları bir sıra dahilinde okuyunuz.
Bazı önemli yazarlarla uzun sürecek bir arkadaşlık kurmak, yani bunların eserlerin tekrar tekrar okumak, birçok yazarın eserini rastgele okumaktan iyidir. Uzun zaman devam eden yazar-okuyucu münasebeti sonunda, kişi, yazarı bütün cepheleriyle tanıyacak hale gelir. Bu arada kendi şahsiyetini de kazanır. Büyük insanlarla oturup kalkmanın faydası malumdur. Yazar-okuyucu arkadaşlığı da buna benzer. insan bu yolla bazan da farkına varmadan çok şey öğrenir.
Kaliteli bir kaç dergiyi takip ediniz. Bu nevi yayın organları vasıtasıyla yazarların ve fikir adamlarının, çevremizde olup biten hâdiseleri nasıl değerlendirdiklerini ve ne gibi çözüm yolları gösterdiklerini anlayabilirsiniz.
Günlük gazete okumanın ise hem faydası vardır, hem de zararı. Faydalıdır, çünkü insan bunlar vasıtasıyla toplumdan haberdar olur ve eseri için malzeme toplar. Zararlıdır, zira gazeteler olayları son derece sığ bir değerlendirmeye tabi tutarak okuyucuyu yanıltabilir. Problemi bir cephesiyle ele aldıkları için tahlillerine güvenmek zordur.
Gazete, bir ideolojinin, yahut bir siyasi kanaatin borazanlığını üstlenmişse, hükümler, bilgiler ve yorumlar daha da sathîleşir. Her hadiseye aynı mercekten, aynı açıdan bakıldığı için gerçekler gösterilemez, yahut çarpıtılır.
Mütemadiyen aynı gazeteyi okuyanlar, zamanla kendi şahsiyetlerini gazetenin şahsiyeti içinde eritebilirler. Kendi başlarına mesele çözemez, değerlendirme yapamaz hâle gelirler. Akılları gazete muharririnin kölesi olur. Bunlar, âşıkı oldukları gazetenin gösterdiklerinden başka şey göremezler. Kanaatlerini değiştirmek son derece zordur. Böyle bir halin hiç de normal olmadığı açıktır.
Kitap seçerken dikkat edilmesi gereken birçok nokta vardır. insan, nelere ihtiyacı olduğunu tesbit etmeli, ilgili kitapları ele geçirmeli ve bunları bir program dahilinde okumalıdır. Okudukça eksiklerini farkedecek ve neler okuması gerektiğini daha iyi anlayacaktır.
Eser doğruyu, iyiyi, güzeli göstermeli, okuyucuya bilmediği dünyaları tanıtmalı, önünde yeni ufuklar açmalıdır. Bunların başında da, insanın niçin yaratıldığı, bu dünyadaki hakiki vazifesinin ne olduğu, nereye gideceği konusundaki sorulara ikna edici cevaplar veren kitaplar gelir. Allah, âhiret, ibadet, zaman, insan, hayat ve toplum konularında rehberlik edecek eserler kütüphanelerin vazgeçilmez unsurlardır. Güzel ahlâkı, saadetin yollarını, iyi bir insanın vasıflarını anlatan eserler de kıymet ifade ederler. Tarih kitapları tecrübe kazandırır. Fikrî eserler düşünmeyi öğretir. Hikâye ve roman, hayatı farklı cepheleriyle görmemizi sağlar. Şiir, dili ve duyguları terbiye eder. Biyografik eserler, çalışma şevki verir.

NASIL OKUMALIYIZ?
Bir insanı tanımak için tek görüşme yetmez. ilk karşılaşmalarda edinilen intiba sathidir. Muhatap hakkında sıhhatli ve derin bilgi edinmenin yolu, onunla sık sık görüşmektir. Kitaplar da insanlar gibidir. ilk okuyuşta çok az şey verirler. Okuyucu, daha sonraki okuyuşlarında ilkinde göremediği hususların farkına varır. Bu sebeple, bir kitabı muhtelif zamanlarda tekrar tekrar okumak çok faydalıdır.
Bazı kitapları okuyup anlamak için uygun zaman ve yer gerekir. Bilhassa fikrî eserler bu türdendir. Zihin ve beden dinç olmalıdır. Gazeteleri ve bazı dergileri ise, hemen her yerde okumak mümkündür.
Kimi insanlar da vardır ki, kitap alma hastasıdırlar. Her çıkan kitabı kütüphanelerine dahil ederler, ama okumazlar. Uzaktan seyretmek onların en büyük zevkidir. Misafirlerine gösterir, kitaplarıyla övünürler. Kütüphanedeki eserleri okumuşçasına bilgiç tavırlar takınmazlarsa, bunlara müsamahâkar bir gözle bakmak mümkündür.
Fakat bazıları, her şeyi biliyormuş gibi davranırlar ki, bunlara tahammül etmek zordur. Her meselede yalan yanlış fikir yürütür, büyük insanları küçümser ve her fırsatta tenkit ederler. Onları eleştirmekle ve küçümsemekle kendilerini yükselttiklerini sanırlar. Ne büyük aldanış!
Hızlı okumak mı lâzım, yavaş okumak mı? Kanaatimizce bu konuda kesin bir ölçü koymak doğru değildir. Önemli olan, yazıda söylenenleri anlamaktır. Süratli okuyan kişi, buna rağmen okuduğunu anlıyorsa mesele yoktur. Ağır okuyanlar ise, hızlı okuma egzersizleri yaparak okumasını geliştiriyorsa ne âlâ, değilse kimsenin bir şey demeye hakkı yoktur.
Elinde kitap olduğu halde uyuklayan, ya da tatlı hayallere dalan veya birinin konuşmasına kulak kabartan kişilere sık sık rastlamışsınızdır. Böyle bir okumanın, gerçek mânâda okumayla ilgisi yoktur. O kişi, herkesten önce kendini kandırmaktadır.

OKURKEN NASIL BiR TAVIR ALMALIYIZ?
Dikkat ve itinâ şarttır. Çevresine dikkat etmeden sokakları arşınlayan kişi nasıl çok az şey görürse, dikkatsiz okuyucu da çok az şeyin farkına varır. Anlamak ve bilgileri hafızaya kaydetmek için dikkat gerekir.
Okuyucu, kitap karşısında pasif kalmamalıdır. Yazarın her söylediğine baş sallayan okuyucular pasiftir ve çok az fayda görürler. Aktif okuyucu, yazarın her söylediğini hemen kabul etmez, onunla tartışır. Yazarın da bir insan olduğunu, yanılabileceğini aklından çıkarmaz. Bu karşılıklı fikir müzakereleri son derece faydalıdır, yeni fikirlerin doğmasına sebep olur.
Okuyucu, yazarın söyledikleriyle, daha önceki bilgileri ve kanaatleri arasında bir mukayese yapar. ikisi uygunsa mesele yoktur, fikri kabul eder, kendi fikrinin doğruluğuna olan inancı kuvvetlenir. Yazarın fikrini çürütürse, bilgisini geliştirmiş olur. Hem kendi bilgisinin, hem de yazarınkinin hatalı olduğunu anlarsa, bundan da yepyeni bir fikir doğar. Eser karşısında mütemadiyen susan ve evet diyen okuyucu, bütün bu faydalardan mahrum kalır.
Aktif okuyucunun bir özelliği de, anafikirleri tesbitte kendini gösterir. Yazının maksadını anlayan ve temel fikirlerin hangileri olduğunu farkeden okuyucu, esere muhatap olabiliyor demektir. Bazı eserlerde maksat ve anafikir açıkça ifade edilir. Bazan da bunu anlamak zorlaşır. Çünkü yazar, maksadını ve temel fikirlerini eserin bütünü içinde eritmiştir.
iyi bir okuyucu okurken notlar alır, bazan da özetler çıkarır. Her ikisini birden yapmak da mümkündür. Eser hakkındaki kanaatlerini de yazan okuyucu, daha iyi bir iş yapıyor demektir. Bu usûlün mahzuru yok mudur? Vardır elbette. Not alırken veya özet çıkarırken kitapla olan alâka kopabilir ve dikkat dağılabilir.
En az zarar, fakat en fazla fayda sağlayan usûl şudur: Elinizde bir kurşunkalem bulundurun ve önemli kısımların yanına sonradan silinebilecek işaretler koyun. Kitabı okuyup bitirdikten sonra işaretli kısımları özetlemek veya fişe geçirmek mümkündür. işaretler de silinirse, kitap tertemiz kalır. Daha sonra bu notları konularına göre zarflara veya kutulara koyun. Bilgisayar kullanıyorsanız bu işlem daha da kolay olur. Bir yazı yazmak gerekince, topladığınız malzeme emrinizdedir.
Verilen ölçüler ve teknikler doğrultusunda devamlı okuyan kişiler, kısa zamanda nekadar çok mesafe aldıklarına hayret edeceklerdir. Anlama, düşünme, konuşma ve yazma gibi fiilleri çok daha iyi yaptıklarını farkederler. Özellikle bir yazar adayının devamlı okuması, diğer insanlara oranla çok daha fazla mütalâalar yapması gerekir.

KONUŞMA SANATI

Burada güzel  ve câzip konuşmanın öneminden bahsedecek değilim. Çünkü, tesirli konuşmayı bilen insanların daha başarılı oldukları ve başkaları tarafından zevkle dinlendikleri âşikârdır. Gerek eğitimde, gerekse iş hayatında konuşma unsuru büyük yer tutar, insanların anlaşmalarını, fikirlerini birbirlerine kabul ettirmelerini, dolayısıyla uyumu sağlar.
Bizim konumuzun ağırlık noktasını “topluluk karşısına konuşma” teşkil etmektedir. Şimdi güzel ve etkili konuşabilmek için nelerin yapılması gerektiğini sırasıyla görelim:
En tesirli konuşma şekli, “irticâlen” yani bir kâğıda bakmaksızın yapılan konuşmadır. Bu usûlü başarılı bir şekilde kullanabilmek için ciddi bir hazırlığa ihtiyaç vardır. Hazırlık geniş kapsamlı olmalıdır. Konuşmacı söyleyeceklerinden çok daha fazla şey bilirse, sorulması muhtemel sorulara da kolaylıkla cevap verebilir. Fazla mâlûmat güven sağlar.
Önce konuyu seçiniz ve sınırlandırınız. Hakkında bir şeyler bildiğiniz konuları seçerseniz başarı şansınız artar. Konu, sizi ve dinleyiciyi ilgilendirmelidir. Ayrıca işlenmeye müsait olmalıdır.
Konuşmaktan maksadınız nedir? Öğretmek mi, ikna etmek mi? Dinleyiciden ne bekliyorsunuz? Anlamalarını mı, yoksa sizin gibi düşünüp, istediğiniz doğrultuda hareket etmelerini mi? Bunları daha baştayken bilirseniz ona göre hazırlanırsınız.
Konuşma hazırlanırken çeşitli dinleyici tipleri göz önüne getirilmeli, ona göre bir yol takip edilmelidir. Dinleyiciyi tanımak büyük faydalar sağlar. Ayrıca, konuşmanızı gerektirecek  vesileyi de incelemeniz gerekir. Dinleyici sayısı, konuşacağınız yer, dinleyicilerin kültür seviyeleri, mevkileri ve benzeri hususlarda bilgi sahibi olmalısınız.
Hazırlık safhasının önemli bir unsuru “geçici plân”dır. Neler söyleyebileceğinizi bir tertip gözeterek sıralarsanız, bu size araştırmalarınız için rehberlik vazifesi yapacaktır.
Daha sonra konunuzla ilgili bilgileri toplayınız. Bu bilgiler ışığında geçici plânınızı kontrol edip, gerekli düzeltmeleri yapınız. Plân esnek olmalıdır. Önemli bir bilgi, daha az önemli bir bilgiyi kovabilir.
Sıra konuşmanızı “şifahî” hâle getirmenize gelmiştir. Bu, konuşma metnini yazmak demek değildir. Geçici plâna göre tertip ettiğiniz fikir ve bilgileri, karşınızda bir topluluk varmış gibi anlatınız. Bu safhada en önemli problem kelime bulmakta karşınıza çıkar. Alıştırma yapmalı, bolca düşünmelisiniz. Böylelikle uygun kelimeleri seçer, tabii geçişleri keşfeder ve en mantıkî sırayı tayin edersiniz.
Emin olmak için, konuşmanızı birkaç arkadaşınızın huzurunda deneyiniz. O zaman, fikirlerinizin doğru olup olmadığını, konuyu yeterince açık anlatıp anlatamadığınızı farkedebilirsiniz. Arkadaşlarınızın tenkitleri size yol gösterecektir.
Hazırlık devresinin en önemli kısmı, “konuşmanın tertibi”dir. Neyi, nerede söyleyeceksiniz? Artık geçici plân geride kalacak, konuşmanız son şekline ulaşacaktır.
Bir konuşmayı üç temel kısma ayırmak mümkündür: Giriş, gelişme ve sonuç.
Giriş, konuşmanın başında yer alır ve en son hazırlanır. Girişin konuyu açıklaması, dikkat çekmesi ve hoş bir hava meydana getirmesi gerekir. Bunun için birçok usûller vardır: Bir fıkra veya çarpıcı bir olay anlatmak, meşhur bir söz nakletmek gibi.
Konuşmanın belkemiği esas kısımdır. Bu kısmı hazırlarken, konuyu üç veya dört ana noktada toplayınız. Sonra bunları yardımcı fikirlerle ve destekleyici bilgilerle geliştiriniz.
Bir konuşmanın ana noktalarını şöyle sıralayabiliriz: Meseleyi ortaya koymak, tartışmak, mevcut çözüm yollarını sıralamak ve en uygun olanını söyleyip, bu fikri ispat etmek.
Konuşmanızı “Benden bu kadar,” der gibi bitirmeyiniz. Bu durum, dinleyici üzerinde uyandırdığınız müsbet intibaları azaltabilir. Son kısımda konuyu özetlemek, ana noktaları tekrar etmek veya bir vecize nakletmek mümkündür. Maksadınız, dinleyiciler üzerinde iyi bir tesir bırakarak sözü bitirmek olmalıdır.
Konuşmada, iddiaların deliller ve yardımcı malzemelerle takviye edilerek ispatlanması büyük önem taşır. Bunun için, sözlerinizi somutlaştırınız. Bilinmeyen kelimeleri târif ediniz. Misâller, karşılaştırmalar ve alıntılar, hem konuşmanıza akıcılık sağlayacak, hem de fikirlerinizi destekleyecektir. Önemli kısımları tekrarlamak da iyi tesir bırakabilir.
Eğer konuşacağınız yerde göze hitabeden malzemeleri kullanma imkânınız varsa bunu değerlendiriniz. Film makinası, slayt, yazı tahtası ve benzeri vasıtalarla, sözlerinizi daha müşahhas bir hale getirebilirsiniz.

KONUŞMANIN TAKDiMi
Buraya kadar konuşmaya hazırlıktan bahsettik. Şimdi de konuşmanın takdimini görelim:
Bir konuşma ne kadar iyi hazırlanmış olursa olsun, iyi takdim edilemezse tesirini kaybeder. Bu sebeple, fırsat buldukça alıştırmalar yapmak gerekir. Konuşma metni nota kitabına, vücut ve ses organları ise müzik âletine benzer. Konuşmacı, bu vasıtalardan hareketle tesirli olmak durumundadır.
Çoğu kimseler, kürsüye çıktıkları zaman heyecanlanır, sinirlenir, sağını solunu farkedemez hâle gelirler. Bunun en önemli sebebi tecrübesizliktir. Konuşmacı bu durumunu dinleyicilerine hissettirmemelidir. Bir süre derin nefes almak, kürsüdeki cisimlerin yerlerini değiştirmek, bu sırada bir miktar zaman kazanmak hatibi biraz yatıştırır. Konuşma ilerledikçe heyecan azalacaktır.
Konuşma esnasında kendinizle fazla meşgûl olmayınız. Bazı konuşmacılar durmadan kendilerini kontrol eder, “Acaba iyi konuşuyor muyum?” diye kendi kendilerine sorular sorarlar. Bu yanlıştır. Zihninizi savunduğunuz fikre çeviriniz.
Konuşurken gözlerinizi dinleyicilerden ayırmayınız, devamlı olarak onlara bakınız. Sözleriniz karşısında aldıkları tavırları görünüz. Sağa sola bakan, tavanı seyreden, yahut başını kaldırmayan hatip can sıkar.
Konuşmada sesin apayrı bir önemi vardır. Konuşmacıyla dinleyici arasındaki iletişimi sağlayan en mühim faktör sestir. Zayıf, korkak, cırlak, monoton bir ses kadar, kaba, pürüzlü, hoyrat, gürültülü, fazla cüretkâr bir ses de hoş karşılanmaz. Konuşurken ses tonu değişmeli, alçalıp yükselmelidir.
Sesin hızı da mânâya göre ayarlanmalıdır. Çok hızlı konuşan, durak nedir bilmeyen hatip gibi, yavaş konuşan veya çok duraklayan hatip de başarısız olmaya mahkûmdur. Yerine göre ağır, hızlı, yahut normal konuşmak en iyisidir.
Sesin şiddeti de normal olmalıdır. Fısıltıyla veya tam tersine bağırarak konuşmak doğru değildir.
Hatibin telâffuzu düzgün olmalıdır. Telâffuz, kelimeleri düzgün söylemek demektir. Bozuk söyleyiş, daha çok dilin, çenenin ve dudakların tembelliğinden ileri gelir. Adeta mırıldanan hatip başarılı olamaz. Bunun için ciddi çalışmalara ihtiyaç vardır. iyi bir kitaptan hergün dört beş sayfayı yüksek sesle okumak bunlardan biridir.
Bedenin canlılığı ve hareketliliği sözün tesirini artırır. Vücut hareketlerinin bir uyum içinde bulunması ve yapmacık havasında olmaması gerekir. Jestler ve mimikler tabii olmalıdır.

Ömer Sevinçgül

14 Yorum
  1. 26 Temmuz 2008
  2. 06 Ekim 2008
  3. 06 Ekim 2008
  4. 13 Ekim 2008
  5. 24 Nisan 2009
  6. 07 Mayıs 2009
  7. 04 Haziran 2009
  8. 08 Aralık 2009
  9. 21 Ocak 2010
  10. 22 Mayıs 2011
  11. 21 Aralık 2011
  12. 04 Aralık 2012
  13. 04 Aralık 2012
  14. 04 Aralık 2012

Yorumunuzu Yazınız

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir