GELİŞİM DÖNEMLERİ

GELİŞİM DÖNEMLERİ

Gelişim, bireyin bedensel, psikomotor, duyusal, sosyalduygusal, bilişsel, dil, ahlaki, cinsel yönlerdeki büyüme ve olgunlaşma sürecidir. Bu süreç, hayat boyu devam eder. Gelişim için gerekli koşullardan biri olgunlaşmadır. Çocuk bir hareketi, bir davranışı yapabilmek için gerekli olgunluk düzeyine ulaşmalıdır, aksi halde o davranışı yapması beklenemez. Örneğin çocuğun yürümesi için yürümeyle ilgili organlarının gelişmesi ve gerekli yeterliliğe ulaşması şarttır. Biraz daha olgunlaşınca koşabilir. Aynı durum, konuşma ve diğer davranışlar için de geçerlidir. Konuşma olgunluğuna ulaşmamış olan bir çocuğu konuşması için zorlamak boşuna çabalamak olur.

Gelişimin yönü baştan ayağa, içten dışa doğrudur. Vücutta önce baş sonra iç organlar gelişir.
Çocuk gelişimi, art arda gelen ve farklı ancak birbirini tamamlayıcı nitelikler taşıyan evreler içinde incelenir. Gelişim dönemleri olarak adlandırılan bu evreler, yaş gruplarıyla sınırlandırılmış olmasına karşın bireysel farklılıklar nedeniyle belirtilen yaşlardan daha kısa ya da uzun sürebilmektedir. Erken doğan bebekler, genellikle dönem noktalarına normal doğanlardan daha geç ulaşırlar. Her dönem bedensel, bilişsel, duygusal ve sosyal yönden kendine özgü özellikler taşır. Çocuğun vücudundaki büyüme ve gelişmeler gibi psikolojik, sosyal ve bilişsel özellikleri de bu dönemlerde geçirdiği yaşantılarla gelişir. Çocuklar, yaşları büyüdükçe çeşitli kazanımlar elde ederek bir dönemden diğerine geçerler. Bu kazanımlar, birbirini tamamlar ve kişilik gelişiminin temelleri atılır.

Çocuğun geçtiği gelişim dönemleri özellikle de ilk 5–6 yaşı onun yaşamıyla ilgili temellerin atılması bakımından önemlidir. O yıllarda yaşananlar, ona karşı gösterilen yaklaşımlar onun kişiliğini oluşturan tohumlar gibidir. Bu ağaçların aşılanmasına benzer. Ağaçların istenen tür meyve vermesi ve daha verimli olması için ilk yıllarda aşılanması gerekir ki büyüdüğünde verimli, güzel meyve versin. İşte kişilik gelişimi de buna benzer. Kişilik kuramcıları, insan gelişiminde bu yaşlardaki kazanımlar ile yaşantıların çok önemli olduğunu, tüm bunların yaşam boyunca davranışlar, olaylara bakış açısı ve karşılaşılan çeşitli durumlarda verilecek tepkiler üzerinde önemli ölçüde rol oynadığını kısacası kişiliğin oluşumunda etkili olduğunu belirtmektedirler.

Onlara göre temel bilgi ve beceriler bu dönemde kazanılır. Bu yıllarda edinilen ve temeli atılan beden gelişimi, psikososyal özellikler ve kişilik özellikleri ileriki yaşlarda aynı şekilde devam eder. Araştırmalar çocukluk yıllarında kazanılan davranış ve özelliklerin yetişkinlikte sahip olunacak ve gösterilecek tavır, alışkanlık, inanç ve değer yargılarını büyük ölçüde biçimlendirdiğini ortaya koymaktadır.

Her gelişim döneminde uyarılması gereken ve uyarıldığında çocuğa haz yaşatan belli organlar vardır. Bu organlara haz organları adı verilir. Haz organlarının gelişimdeki rolünü vurgulayan Freud’a göre her dönemde o dönemin haz organının çeşitli yollarla uyarılması, o organla birşeyler yapılması çocuğa haz verir, bu hazzın doyurulamaması veya gereğinden fazla alınması halinde kişilik gelişiminde bazı problemler olur ve bu problemler, yetişkinlikte bile onu etkiler.

Psikososyal gelişimi yaşam boyunca sekiz dönemde inceleyen Erikson ise bireyin gelişimin her döneminde yaşam için dönüm noktaları olan duygusal karmaşalar (çatışmalar) yaşadığını belirtir. Her dönemde kazanılan gelişmeler ve anne babaların yaklaşımlarına bağlı olarak yaşanan bu çatışmaların bir olumlu bir de olumsuz sonucu vardır ve bu çatışmalar ne kadar olumlu çözümlenirse kişilik o kadar sağlıklı gelişir. Her hangi bir dönemdeki çatışmayı olumlu olarak çözmede karşılaşılan başarısızlık daha sonraki dönemlerdeki gelişimi etkiler. Örneğin 1–1,5 yaşına kadar ailesine ve kendine güven duygusunu kazanamayan bebek, bunu etkilerini hayatının ilerleyen yıllarında da taşır.

Gelişim dönemi özellikleri, anne babanın eline verilmiş bir rehber gibidir ve bu rehber, çocuğun tanınması ve iyi yetiştirilmesi için pek çok bilgi ve fırsat sunar. Bazı anne babalar, “çocuğumuz nasıl olsa büyüyünce, okula gidince her şeyi öğrenir” düşüncesiyle ona gerekli bilgileri vermekten, bazı davranışları kazandırmaktan kaçınırlar. Ancak her şeyin öğrenilmesi gereken bir dönem vardır ve zamanında kazanılmayan davranışların ileriki yıllarda telafisi oldukça zorlaşır. Okuma yazmayı öğrenmeyen bir çocuğun diğer derslerde başarılı olamayacağı ya da ilköğretimi bitirmeyen bir çocuğun lisede eğitime başlayamayacağı gibi ilk 5–6 yaşta temeli atılmayan davranışlar, okulda gerektiği ölçüde kazandırılamaz, bu yaşlarda fark edilmeyen ve çözülmeyen sorunlar, çocukta iz bırakır ve o, bu izleri taşıyan bir kişiliğe sahip olur. “O daha küçük, söylenenlerden, yapılanlardan ve gördüklerinden bir şey anlamaz” gibi bir yaklaşım da son derece yanlıştır. Küçük bir bebek bile bulunduğu ortamda yaşanan olumlu veya olumsuz durumlardan, ailesinin tutumlarından, verdiği tepkilerden ve onlardan gözlediği davranışlardan etkilenir ve bu etki ömür boyu sürebilir. Ailesinden gülümsemelerle, sarılmayla tepki gören bir çocuk, onlara sıcak, kuvvetli bağlarla bağlanır ve bu bağ ömür boyu korunur. Bulunduğu bir mekânda korku verici bir olay yaşayan çocuk, bu durumu o ortamla özdeşleştirir ve büyüdüğünde o korkutucu durum olmasa bile orada bulunmaktan rahatsız olur. Yine çocuk, anne ve babasını hep kavga ederken görürse büyüdüğünde gördüklerinin etkisiyle kavgacı bir yapıya sahip olabilir.

İşte bu yüzden gelişim dönemlerinin tanınması, çocuğun hangi dönemde hangi özellikleri taşıyacağı, onu olumlu ve olumsuz etkileyebilecek yaklaşımlar hakkında bilgi sahibi olunması, çocukların kişiliği ve geleceği için son derece önemlidir.

MELEK
Bir zamanlar dünyaya gelmeye hazırlanan bir çocuk varmış. Bir gün tanrıya sormuş:
“Tanrım, beni yarın dünyaya göndereceğini söylediler. Fakat ben o kadar küçük ve güçsüzüm ki orada nasıl yaşayacağım?”
“Tüm meleklerin arasından senin için bir tanesini seçtim. O seni bekliyor olacak ve seni koruyacak. Meleğin sana her gün şarkı söyleyecek ve gülümseyecek. Böylece sen onun sevgisini hissedecek ve mutlu olacaksın.”
“Peki, insanlar bana bir şey söylediklerinde dillerini bilmeden, söylediklerini nasıl anlayacağım?”
“Meleğin sana dünyada duyabileceğin en tatlı ve en güzel sözcükleri söyleyecek. Sana konuşmayı, dikkatle ve sevgiyle öğretecek.”
“Peki, ben seninle konuşmak istersem ne yapacağım?”
“Meleğin sana ellerini açarak bana dua etmeyi de öğretecek.”
“Dünyada kötüler olduğunu da duydum. Beni kim koruyacak?”
“Meleğin seni kendi hayatı pahasına da olsa koruyacak.”
“Fakat ben seni bir daha göremeyeceğim için çok üzgünüm.”
“Meleğin sana sürekli benden söz edecek ve ulaşmanın yolunu öğretecek.”
O sırada bir sessizlik olur ve dünyanın sesleri cennete kadar ulaşır. Çocuk gitmek üzere olduğunu anlar ve son bir soru sorar:
“Şimdi gitmek üzereysem, benim meleğimin adı ne?”
“Meleğinin adının önemi yok. Sen onu, ANNE diye çağıracaksın.”

Yorumunuzu Yazınız

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir